ekşi sözlükteki @doktor'da benim.
ama girdilerimin tamamını Sedat sözlüğü kanzuğa satınca sildim.
yangını söndürmez, sadece üzerini örter.
yanan, için için yanmaya devam eder
dumansız bir kor gibi.
çaresizlik nedir?
yanan, için için yanmaya devam eder
dumansız bir kor gibi.
çaresizlik nedir?
ve fitil formundadır...
zaman ateşi söndürmez, sadece üzerini örter. yanan, için için yanmaya devam eder..
(bkz: çaresizlik) nedir?
zaman ateşi söndürmez, sadece üzerini örter. yanan, için için yanmaya devam eder..
(bkz: çaresizlik) nedir?
bölümümde çokça gördüğüm fenomen.
artık neredeyse her hafta, bir hasta ameliyat esnasında astral seyahat yaptığını söylüyor. dolaştığını bizi duyduğunu, kendini tavandan gördüğünü, uçtuğunu dışarı çıktığını falan.. hatta yan ameliyathaneye gittiğini odadaki şahısı da orada gördüğünü birlikte Hastanenin içinde dolaştıklarına kadar uzuyor bu hikâye.
aslında her şey beyinle ilgili, bazı ağır ameliyatlarda özellikle Beyin tümörlerinde hasta genel anestezi altında ama bilinci açık. girmeden önce söylüyorum, hiçbir şey hissetmeyeceksin, ve çıkınca içeride olanları hatırlamayacaksın diye.
hasta tamamen bilinci açık ama genel anestezi altında. ameliyat esnasında dozu düşüyoruz, ve hastayı bilinçli olarak uyandırıyoruz ve eline sıktığı anda ses çıkaracak bir lastik top veriyoruz. her şeyi duyuyor ve görüyor. sıkıntılı beyin içinde bölgeye gelince topu sık diyoruz. eğer sıkamıyorsa sorunlu bir bölge olduğu anlaşılıyor, veya ameliyatlarda felç riskine karşı yapılıyor. bacağını oynat diyoruz, elini kaldır diyoruz. yapıyorsa o bölgeden uzaklaşıyoruz. hasta bütün bunları genel anestezi altında yaşadığı için onu uyandırdığımızda kendini uyumuş ama astral seyahat yapmış gibi hissediyor. bazen aramızda konuşuyoruz yan ameliyathanede ahmet hoca var beyin ameliyatına girdi Ayşe kalp ameliyatı oluyor falan. hasta bunu bilmediği için, o duyduklarını bazen sonradan hatırlıyor astral seyahat yaptığını zannediyor. anestezi böyle değişik ve derin bir alan.
artık neredeyse her hafta, bir hasta ameliyat esnasında astral seyahat yaptığını söylüyor. dolaştığını bizi duyduğunu, kendini tavandan gördüğünü, uçtuğunu dışarı çıktığını falan.. hatta yan ameliyathaneye gittiğini odadaki şahısı da orada gördüğünü birlikte Hastanenin içinde dolaştıklarına kadar uzuyor bu hikâye.
aslında her şey beyinle ilgili, bazı ağır ameliyatlarda özellikle Beyin tümörlerinde hasta genel anestezi altında ama bilinci açık. girmeden önce söylüyorum, hiçbir şey hissetmeyeceksin, ve çıkınca içeride olanları hatırlamayacaksın diye.
hasta tamamen bilinci açık ama genel anestezi altında. ameliyat esnasında dozu düşüyoruz, ve hastayı bilinçli olarak uyandırıyoruz ve eline sıktığı anda ses çıkaracak bir lastik top veriyoruz. her şeyi duyuyor ve görüyor. sıkıntılı beyin içinde bölgeye gelince topu sık diyoruz. eğer sıkamıyorsa sorunlu bir bölge olduğu anlaşılıyor, veya ameliyatlarda felç riskine karşı yapılıyor. bacağını oynat diyoruz, elini kaldır diyoruz. yapıyorsa o bölgeden uzaklaşıyoruz. hasta bütün bunları genel anestezi altında yaşadığı için onu uyandırdığımızda kendini uyumuş ama astral seyahat yapmış gibi hissediyor. bazen aramızda konuşuyoruz yan ameliyathanede ahmet hoca var beyin ameliyatına girdi Ayşe kalp ameliyatı oluyor falan. hasta bunu bilmediği için, o duyduklarını bazen sonradan hatırlıyor astral seyahat yaptığını zannediyor. anestezi böyle değişik ve derin bir alan.
fırsat buldukça denemeler yapıyorum böyle dostlar, aslında okumaya üşenenler için tanımları parçalayarak anlatmak daha çok aklıma yattı. sonra düşündüm, şimdi sizi de bkz bkz dolaştırmak istemedim. bir çırpıda okuyacağınızı düşündüğüm cinsiyetler ve beyinler üzerinden naçizane birkaç kelam etmek istedim..
burada hala, aklı ile cinsel organları yer değiştirmemiş bir kitle olduğuna inanıyorum, dönüyorsa da zaten burası onların yüzü suyu hürmetine dönüyor... neyse konuya dönelim..
'bu yazının sonunda siz de kendini beyninizin cinsiyetini öğrenmiş olacaksınız. '
fiziksel cinsiyetlerimiz birbirinden benzersiz olsa da, beynimizin cinsiyeti ondan çok bağımsızdır. evet, beynimizin bir cinsiyeti vardır. hem de bizim cinsel yönelimimizle, tabiatımızın getirdiği cinsel tercihlerle, cinsiyetimizden bağımsız bir cinsiyet.
öncelikle, görünüş olarak kadın beyni ve erkek beyni otopsi esnasında, birbirinden büyüklük ve küçüklük farkları bulunur. dışarıdan bakan kişi beynin hangi cinsiyete ait olduğunu anlayabilir. son derece farklıdır birbirinden.
1950'li yıllardan itibaren, beyin üzerinde yapılan mr çalışmalarından sonra insanların kendi cinsiyetlerinden bağımsız, duyu, görü, dokunsal faailiyetlerinin birbirinden farklı olduğu görüldü. bu farklılıklar kişilerin doğumdan sonraki yaşamsal faaliyetlerini, karakterlerini oluşturmasında temel bir etken olduğu gözlemlendi.
bu modern nöropsikoloji, ve nörofizyoloji çalışmalar göstermiştir ki, insan beyninin içerisinde iki tip beyin türü bulunmaktadır. bunlar; (bkz: dişi beyin) ve (bkz: erkek beyin)'dir. daha sonraki çalışmalar,
(bkz: dişi beyinli erkekler)
(bkz: erkek beyinli erkekler)
(bkz: erkek beyinli kadınlar)
(bkz: dişi beyinli kadınlar)
olmak üzere dört ana grupta sıralanmıştır.
öncelikle dişi beyin nedir?
(bkz: dişi beyin) görme, duyma, işitsel, empati, ve duygusal yönlerin ağır bastığı beyin tipidir. bu kişiler, mühendislik, matematik, ve daha çok teknik işlere yönelik işlerde başarısız olduğu bilinmektedir. bu kişilerin, daha sanatsal, müzik, resim, heykel vb sanat dallarında görsel işitsel ve el becerileri nedeniyle daha yatkınlığı bulunur. yani daha sanatsal ve estetik kişilikleri ön plandadır. beynimizin sağ tarafı
(bkz: erkek beyin) nedir?
erkek beyinli erkekler, ve dişiler, araba, motorsiklet, mühendislik mimarlık matematik fizik, gibi daha bilişsel hafıza gerektiren işlere daha yatkın insanlardır. sanatsal, aşk, romantizm, olmazsa olmazlarından değildir. iç güdüleri hayatta kalmak, teknik işleri ezberlemeyi daha kolay hale getirmektedir. empati duygularından daha yoksundurlar, net ve kesin kararlar verebilen, sözel muhakeme mantık analiz gibi yönleri gelişen kişilerdir.
dişi beyinler stres anlarında, kendileri ile konuşarak empati duyguları ile bunları yenebilirlerken, erkek beyinler kabuğuna çekilmek yalnız kalmak gibi eylemlere daha çok yatkındırlar.
beynimizin cinsiyeti anne karnımızda, annemizin aldığı beslendiği gıdalar, ve yaşam tarzıyla çok ilgilidir. eğer gebe annemiz gebeliği süresince ne kadar östrojene maruz kalmışsa o derece dişi beyinli, annemiz ne kadar testosterona maruz kalmışsa o kadar erkek beyinli oluyoruz..
bunu da uygulanış yöntemi şöyledir.
elimizin parmaklarını iyiyce açıyoruz, eğer yüzük parmağımız işaret parmağımızdan büyükse erkek beyinliyiz, birbirine eşitse dişi beyinliyiz, işaret parmağımız ne kadar uzunsa o kadar dişi beyinliyiz demektir...
tabi bu hastanalerde cihazlar ile ölçülmekte profesyonel olarak. ama evde kısaca bu şekilde anlayabiliriz.
şimdi beynimizin cinsiyetini öğrendiğimize göre,
bu temel farklara gelelim. dişi beyinli dişiler, mesela bebekler. insan yüzlerine seslerine daha odaklı veya, yanlarında bulunan başka bebeklerin ağlamalarına daha tepkili davranırlar. erkek bebekler, daha harekete odaklı, oyuna odakları davranışları vardır.
bu işaret parmağı ile, yüzük parmağı arasındaki fark beynimizde cinsiyeti oluşturan genler ile aynı gruptadır.
ancak, bu bilgilerin modern nörofizyoloji kaynaklarında ortaya çıkması ile yeni bir tartışma da ortaya çıkmıştır. beynin cinsiyetinin, yetiştirilmeden kaynaklı mı sonradan değiştiği, yoksa tamamen kalıtsal özellikler ile mi karakterin oluştuğu yönünde farklı ve birbirine oldukça zıt görüşler vardır.
yaradılış ile ortaya çıkan östrojen ve testosteron hormonlarının tamamen karakterde etkili olup olmadığı, tarihte ağırlıklı olarak etçil, ve östrojen kaynaklı beslenen toplumarda da incelenmiştir. konu hakkında fazlaca araştırma ve veri bulunuyor.
bunları vakit olursa ekleyeceğim.
nörofizyolojinin incelediği bu bilim dalı. toplumda, ve kişinin özgür iradesi olup olmadığını iddialarını da ortaya atmıştır. kimi nörofizyologlar optimist bakarak özgür irade kısmen de olsa kısıtlı da olsa vardır derken kimileri özgür iradenin olmadığına, kişiliğin karakterin günlük yaptığımız her şeyin beyindeki kimyasal tepkilerle değiştiğini/değiştirilebileceğini öne sürmüştür. konu hakkında araştırmalar deneyler çok sıkı bir şekilde devam ediyor. fırsat vakit olursa eklerim yorumlarız.
burada hala, aklı ile cinsel organları yer değiştirmemiş bir kitle olduğuna inanıyorum, dönüyorsa da zaten burası onların yüzü suyu hürmetine dönüyor... neyse konuya dönelim..
'bu yazının sonunda siz de kendini beyninizin cinsiyetini öğrenmiş olacaksınız. '
fiziksel cinsiyetlerimiz birbirinden benzersiz olsa da, beynimizin cinsiyeti ondan çok bağımsızdır. evet, beynimizin bir cinsiyeti vardır. hem de bizim cinsel yönelimimizle, tabiatımızın getirdiği cinsel tercihlerle, cinsiyetimizden bağımsız bir cinsiyet.
öncelikle, görünüş olarak kadın beyni ve erkek beyni otopsi esnasında, birbirinden büyüklük ve küçüklük farkları bulunur. dışarıdan bakan kişi beynin hangi cinsiyete ait olduğunu anlayabilir. son derece farklıdır birbirinden.
1950'li yıllardan itibaren, beyin üzerinde yapılan mr çalışmalarından sonra insanların kendi cinsiyetlerinden bağımsız, duyu, görü, dokunsal faailiyetlerinin birbirinden farklı olduğu görüldü. bu farklılıklar kişilerin doğumdan sonraki yaşamsal faaliyetlerini, karakterlerini oluşturmasında temel bir etken olduğu gözlemlendi.
bu modern nöropsikoloji, ve nörofizyoloji çalışmalar göstermiştir ki, insan beyninin içerisinde iki tip beyin türü bulunmaktadır. bunlar; (bkz: dişi beyin) ve (bkz: erkek beyin)'dir. daha sonraki çalışmalar,
(bkz: dişi beyinli erkekler)
(bkz: erkek beyinli erkekler)
(bkz: erkek beyinli kadınlar)
(bkz: dişi beyinli kadınlar)
olmak üzere dört ana grupta sıralanmıştır.
öncelikle dişi beyin nedir?
(bkz: dişi beyin) görme, duyma, işitsel, empati, ve duygusal yönlerin ağır bastığı beyin tipidir. bu kişiler, mühendislik, matematik, ve daha çok teknik işlere yönelik işlerde başarısız olduğu bilinmektedir. bu kişilerin, daha sanatsal, müzik, resim, heykel vb sanat dallarında görsel işitsel ve el becerileri nedeniyle daha yatkınlığı bulunur. yani daha sanatsal ve estetik kişilikleri ön plandadır. beynimizin sağ tarafı
(bkz: erkek beyin) nedir?
erkek beyinli erkekler, ve dişiler, araba, motorsiklet, mühendislik mimarlık matematik fizik, gibi daha bilişsel hafıza gerektiren işlere daha yatkın insanlardır. sanatsal, aşk, romantizm, olmazsa olmazlarından değildir. iç güdüleri hayatta kalmak, teknik işleri ezberlemeyi daha kolay hale getirmektedir. empati duygularından daha yoksundurlar, net ve kesin kararlar verebilen, sözel muhakeme mantık analiz gibi yönleri gelişen kişilerdir.
dişi beyinler stres anlarında, kendileri ile konuşarak empati duyguları ile bunları yenebilirlerken, erkek beyinler kabuğuna çekilmek yalnız kalmak gibi eylemlere daha çok yatkındırlar.
beynimizin cinsiyeti anne karnımızda, annemizin aldığı beslendiği gıdalar, ve yaşam tarzıyla çok ilgilidir. eğer gebe annemiz gebeliği süresince ne kadar östrojene maruz kalmışsa o derece dişi beyinli, annemiz ne kadar testosterona maruz kalmışsa o kadar erkek beyinli oluyoruz..
bunu da uygulanış yöntemi şöyledir.
elimizin parmaklarını iyiyce açıyoruz, eğer yüzük parmağımız işaret parmağımızdan büyükse erkek beyinliyiz, birbirine eşitse dişi beyinliyiz, işaret parmağımız ne kadar uzunsa o kadar dişi beyinliyiz demektir...
tabi bu hastanalerde cihazlar ile ölçülmekte profesyonel olarak. ama evde kısaca bu şekilde anlayabiliriz.
şimdi beynimizin cinsiyetini öğrendiğimize göre,
bu temel farklara gelelim. dişi beyinli dişiler, mesela bebekler. insan yüzlerine seslerine daha odaklı veya, yanlarında bulunan başka bebeklerin ağlamalarına daha tepkili davranırlar. erkek bebekler, daha harekete odaklı, oyuna odakları davranışları vardır.
bu işaret parmağı ile, yüzük parmağı arasındaki fark beynimizde cinsiyeti oluşturan genler ile aynı gruptadır.
ancak, bu bilgilerin modern nörofizyoloji kaynaklarında ortaya çıkması ile yeni bir tartışma da ortaya çıkmıştır. beynin cinsiyetinin, yetiştirilmeden kaynaklı mı sonradan değiştiği, yoksa tamamen kalıtsal özellikler ile mi karakterin oluştuğu yönünde farklı ve birbirine oldukça zıt görüşler vardır.
yaradılış ile ortaya çıkan östrojen ve testosteron hormonlarının tamamen karakterde etkili olup olmadığı, tarihte ağırlıklı olarak etçil, ve östrojen kaynaklı beslenen toplumarda da incelenmiştir. konu hakkında fazlaca araştırma ve veri bulunuyor.
bunları vakit olursa ekleyeceğim.
nörofizyolojinin incelediği bu bilim dalı. toplumda, ve kişinin özgür iradesi olup olmadığını iddialarını da ortaya atmıştır. kimi nörofizyologlar optimist bakarak özgür irade kısmen de olsa kısıtlı da olsa vardır derken kimileri özgür iradenin olmadığına, kişiliğin karakterin günlük yaptığımız her şeyin beyindeki kimyasal tepkilerle değiştiğini/değiştirilebileceğini öne sürmüştür. konu hakkında araştırmalar deneyler çok sıkı bir şekilde devam ediyor. fırsat vakit olursa eklerim yorumlarız.
sanırım yüzük parmağım işaret parmağımdan yaklaşık 7 mm daha uzun (bkz: swh)
Erkek beyinli dişi olduğumu bilim de söylediğine göre kadınlara karşı "cinsel fantezilerimin içeriği"nin nedeni hakkında aydınlanma yaşadım.
eski öğrenci evimiz üç kişilikti. iki kız ve ben. üçümüzde tıpçıydık. hal böyle olunca evde iskeletler, ameliyat malzemeleri gırla doluydu. dışarıdan gelseniz evde organ mafyası barınıyor zannederdiniz. neyse sonra okulu bitirdik, bütün eşylarımızı topladık yarısını genç öğrencilere dağıttık falan. neyse evi defalarca dolaştık bir şey unuttuk mu diye, bom boş görünüyor. anahtarı teslim ettim çıktık evden. evi bir ay sonra başka bir aileye satmışlar. evin yeni sahipleri evi boyarken tavan arasına bir bakmışlar insan iskeletleri, korkuyorlar polisi arıyorlar polis geliyor örnek alıyor. evin eski sahipleri bulunuyor. onlar da bu evde tıp öğrencileri barınıyor diyorlar adresler bulunuyor. sabah üçümüzün kapısında polis. beyefendi karakola ifade geleceksiniz diye. meğer mahalle ayağa kalkmış, öğrenciler cinayet işliyor diye. ne sadist ne satanist ne organ mafyalığımız kalmış.
gittik, adam örneği gösteriyor. yahu bunu hastaneden aldık kimseyi öldürdüğümüz yok, yok biz adli tıpa göndereceğiz diyorlar. tamam gönderin diyorum. bu arada televizyonlar geliyor, gazetelere falan çıkmışız. fotoğraf ve isim yok allahtan. dayının biriyle röportaj yapmışlar, dayı benim zaten gözüm tutmamıştı bunları ne o öyle kızlı erkekli kalıyorlar bunların birşeyler yaptıkları belliydi zaten diyo. mahalleli teyzeler kameralara gece yatamıyoruz, korkuyoruz diyorlar. evin sahipleri bu evde cinayet işlendi zannedildiği için evde oturmama kararı almış. :)
şimdi buraya, o haberleri ekleyip o kızları da rencide etmek istemiyorum.. olay adli tıptan gelen rapor sonucunda aydınlanana kadar, ecel terleri döktürmüştü bize... o gün bu gündür, daha hastaneden çöp alıp eve getirmem.
gittik, adam örneği gösteriyor. yahu bunu hastaneden aldık kimseyi öldürdüğümüz yok, yok biz adli tıpa göndereceğiz diyorlar. tamam gönderin diyorum. bu arada televizyonlar geliyor, gazetelere falan çıkmışız. fotoğraf ve isim yok allahtan. dayının biriyle röportaj yapmışlar, dayı benim zaten gözüm tutmamıştı bunları ne o öyle kızlı erkekli kalıyorlar bunların birşeyler yaptıkları belliydi zaten diyo. mahalleli teyzeler kameralara gece yatamıyoruz, korkuyoruz diyorlar. evin sahipleri bu evde cinayet işlendi zannedildiği için evde oturmama kararı almış. :)
şimdi buraya, o haberleri ekleyip o kızları da rencide etmek istemiyorum.. olay adli tıptan gelen rapor sonucunda aydınlanana kadar, ecel terleri döktürmüştü bize... o gün bu gündür, daha hastaneden çöp alıp eve getirmem.
Tam Yeşilçam filmi olabilecek konuymuş be doktur :d
tavan arasına insan kemiği koyan da ne bileyim birazcık şeydir.
(bkz: klitoris) ilkel bir penistir. tam anladığınız anlamda bir penistir. üzerine su dökülünce, ıslanınca, okşanınca, dokunulduğunda, belirgin bir şekilde şişer. vulvanın tamamını saran bir yapı olduğundan dışarıdan bakılınca sadece düğmeyi andıran küçük bir yapı zannedilir. klitoris kadının vücudunda aynı bir penis gibi işlev sahibidir. farkı, benzerliğinden çok daha azdır.
çok nadir yaşanır. bir adet döngüsü içerisinde 14. güne yakın çok fazla partnerle korunmasız beraber olmamışsa. mümkün olmayan durumdur.
bu tip durumlarda hekimler arasında çok bilinen bir söz vardır.
'bir baba çocuğunun kendisinin olup olmadığından %50 emindir. ancak anne çocuğunun kimden olduğuna %100 emindir''
genelde bu tip vakalarda, dna testini anne değil, yakınları kesinlik için ister. ama genellikle annenin itirafları ile çözülür, ve gelen dna sonuçları çoğu zaman anneyi doğrular vaziyettedir.
bu tip durumlarda hekimler arasında çok bilinen bir söz vardır.
'bir baba çocuğunun kendisinin olup olmadığından %50 emindir. ancak anne çocuğunun kimden olduğuna %100 emindir''
genelde bu tip vakalarda, dna testini anne değil, yakınları kesinlik için ister. ama genellikle annenin itirafları ile çözülür, ve gelen dna sonuçları çoğu zaman anneyi doğrular vaziyettedir.
üreme hücrelerimiz ve kromozomlarımız müsait olmadığı için, mümkün olmayan deneydir efsanedir.
hayvanlar içerisinde çok az bir kitle melez soy üretebilir, aslan/kaplan, at/eşek katır benzetmesi gibi. bunlar da seçilim yolu ile, türler arası tamamen bir coğrafi ayrım bulunmadığı için mümkün olmuştur. bu işi daha ileri götürebilmemiz için genetik mühendisliğine girmemiz gerekir. ancak genetik mühendisliği bile türler arası yeni bir canlı üretemez. güzel bir efsanedir.
ayrıca konuyla alakalı birkaç link bırakıyorum.
hayvanlar içerisinde çok az bir kitle melez soy üretebilir, aslan/kaplan, at/eşek katır benzetmesi gibi. bunlar da seçilim yolu ile, türler arası tamamen bir coğrafi ayrım bulunmadığı için mümkün olmuştur. bu işi daha ileri götürebilmemiz için genetik mühendisliğine girmemiz gerekir. ancak genetik mühendisliği bile türler arası yeni bir canlı üretemez. güzel bir efsanedir.
ayrıca konuyla alakalı birkaç link bırakıyorum.
hastanede geçen ikinci video türkiyede değildir. Şiil'de puerto montt hastanesinde yaşanmıştır.
https://hotsiando.cl/viralizan-videos-doctor-enfermera-hospital-puerto-montt/
ha türkiye'de görmedik mi, gördük. hastanenin vip suit odalarını açanları da gördük. karısıyla aynı hastanede çalışıp, kendi bölüm hemşiresi ile aldatanı da gördük. hastanede yapılması etik değildir sadece, özel hayattır. isteyen dışarıda istediğini yapar.
https://hotsiando.cl/viralizan-videos-doctor-enfermera-hospital-puerto-montt/
ha türkiye'de görmedik mi, gördük. hastanenin vip suit odalarını açanları da gördük. karısıyla aynı hastanede çalışıp, kendi bölüm hemşiresi ile aldatanı da gördük. hastanede yapılması etik değildir sadece, özel hayattır. isteyen dışarıda istediğini yapar.
ortalama tek seferde bir erkek 10 ml (iki çay kaşığı) kadar meni üretirler, bu meninin içi %50 protein barındırır. ortalama 5 kaloridir.
ortalama bir tavuk yumurtası (50gr) 6,3 gr protein içerir. proteini düşüktür. kalorisi yüksektir.
100 gr sarı yumurta (çiğ) 320 kaloridir. beyazı 51 kaloridir. bu da 100 gr 10'a böldüğümüzde 32 kalori yapar.
yani protein şeker bakımından meni, kalori bakımından yumurta öndedir.
ortalama bir tavuk yumurtası (50gr) 6,3 gr protein içerir. proteini düşüktür. kalorisi yüksektir.
100 gr sarı yumurta (çiğ) 320 kaloridir. beyazı 51 kaloridir. bu da 100 gr 10'a böldüğümüzde 32 kalori yapar.
yani protein şeker bakımından meni, kalori bakımından yumurta öndedir.
özellikle prostat için ve türk silahlı kuvvetlerinin ''eşcinseldir'' raporunu alabilmek için kullanılan tümörü hemoroidi çok güzel tespit eden bir yöntemdir.
son sınıfta hastaya yapmamla, başımıza değişik hadiseler gelmesine neden olmuştur.
hastayı diz dirsek pozisyonuna yatmış, hoca bana bakıyor ben hocaya bakıyorum. hasta ikimize de birden bakıyor. diyaloglar şöyle geçiyor;
+oğlum hadi.
-hocam neye hadi allahınızı severseniz
+oğlum utanma olmaz tıpta vazelini az sürdün biraz daha sür.
+ ne yapacağım içeride
hasta: lan .keceğim yapacağınız işi yapın artık ne yapacaksanız.
+beyefendi sakin olun bekleyin, oğlum gir içeri zile basar gibi yap. tespit edersin zaten. bir de anüsün önünden çekil, kafanı sokma önlüğünün önünü kapat.
-zile mi basayım? niye ne olacak? haydi bismillah
parmağı sokmamla beraber, hastanın yandım anam demesi bir olmaktadır. içeride sıvı cıvık bir şeylerin olduğunu anlamamla suratımın düşmesi bir oldu. dedim hocam burada, burada. prostatı hissettim. tamam oğlum dedi, şimdi elini birden hızlı çekme sakın dedi. adamdan da abuk subuk sesler geliyor, orada bulunan diğer bütün intörn arkadaşlar da ne olacak diye bir adamın götüne bir de benim elime bakıyorlar. neyse biraz muayene ettim. hoca intörn arkadaşlara çekilin oradan dedi, herkes kaçıyor, sanki adamın götünden el kaide militanı çıkacakmış gibi. oğlum yavaş yavaş çek parmağını dedi, çekiyorum ama, geliyor gelmekte olan hissediyorum. ucuna geldim, adam ah dedi çıkar artık. o parmağı çekmemle beraber, günlerdir adamın götünün içinde birikmiş gazla beraber bokun dışarı çıkması bir oldu. sanki bahçe hortumu mübarek, bir sıçışı var görmeniz lazım. hakikaten adamın götünün içinden el kaide militanı ateş ediyor gibi. sonra her yer bok oldu. intörn arkadaşlar şoka girdi falan. adamın tıkanmış boruyu tesisatçı misali açtık, olan bize oldu.
bunun askeri versiyonunu da başka bir zaman anlatırım. o daha büyük bir, olaydır. sokup sokup çıkarırlar.
bu da böyle boktan bir anımdır işte sözlük...
son sınıfta hastaya yapmamla, başımıza değişik hadiseler gelmesine neden olmuştur.
hastayı diz dirsek pozisyonuna yatmış, hoca bana bakıyor ben hocaya bakıyorum. hasta ikimize de birden bakıyor. diyaloglar şöyle geçiyor;
+oğlum hadi.
-hocam neye hadi allahınızı severseniz
+oğlum utanma olmaz tıpta vazelini az sürdün biraz daha sür.
+ ne yapacağım içeride
hasta: lan .keceğim yapacağınız işi yapın artık ne yapacaksanız.
+beyefendi sakin olun bekleyin, oğlum gir içeri zile basar gibi yap. tespit edersin zaten. bir de anüsün önünden çekil, kafanı sokma önlüğünün önünü kapat.
-zile mi basayım? niye ne olacak? haydi bismillah
parmağı sokmamla beraber, hastanın yandım anam demesi bir olmaktadır. içeride sıvı cıvık bir şeylerin olduğunu anlamamla suratımın düşmesi bir oldu. dedim hocam burada, burada. prostatı hissettim. tamam oğlum dedi, şimdi elini birden hızlı çekme sakın dedi. adamdan da abuk subuk sesler geliyor, orada bulunan diğer bütün intörn arkadaşlar da ne olacak diye bir adamın götüne bir de benim elime bakıyorlar. neyse biraz muayene ettim. hoca intörn arkadaşlara çekilin oradan dedi, herkes kaçıyor, sanki adamın götünden el kaide militanı çıkacakmış gibi. oğlum yavaş yavaş çek parmağını dedi, çekiyorum ama, geliyor gelmekte olan hissediyorum. ucuna geldim, adam ah dedi çıkar artık. o parmağı çekmemle beraber, günlerdir adamın götünün içinde birikmiş gazla beraber bokun dışarı çıkması bir oldu. sanki bahçe hortumu mübarek, bir sıçışı var görmeniz lazım. hakikaten adamın götünün içinden el kaide militanı ateş ediyor gibi. sonra her yer bok oldu. intörn arkadaşlar şoka girdi falan. adamın tıkanmış boruyu tesisatçı misali açtık, olan bize oldu.
bunun askeri versiyonunu da başka bir zaman anlatırım. o daha büyük bir, olaydır. sokup sokup çıkarırlar.
bu da böyle boktan bir anımdır işte sözlük...
son girdilerini yazıp, an itibari ile sözlüğü bırakma kararı almıştır...
ekleme: ne kadar uzun bir ayrılık olacağını şimdiden kestiremiyorum ne yazık ki... cinsel sözlüğün ruhu, kalbi ve yüreği güzel insanları , doktorunuza aynı ''askere'' uğurlar gibi içinizden şans dileyiniz, zira gittiği yerde onun buna çok ihtiyacı olacak..
sizleri iyi ki tanıdım. hepinizle en kısa zamanda tekrar görüşmeyi diliyorum..
ekleme: ne kadar uzun bir ayrılık olacağını şimdiden kestiremiyorum ne yazık ki... cinsel sözlüğün ruhu, kalbi ve yüreği güzel insanları , doktorunuza aynı ''askere'' uğurlar gibi içinizden şans dileyiniz, zira gittiği yerde onun buna çok ihtiyacı olacak..
sizleri iyi ki tanıdım. hepinizle en kısa zamanda tekrar görüşmeyi diliyorum..
Hayrola üstat alismistik sana
Arkasından su dökerek uğurladık. Su gibi aksın zaman, sağsalim dön.
sevgi vermek gerekir.
sevmek için ''yürek''
sürdürmek için ''emek'' gerek...
sevgi ne boğazda ne mum ışında yemek yemek
ne de pahalı bir pırlanta demek,
sevgi, bir lokmada iki mutlu insan demek...
nazım hikmet
sevmek için ''yürek''
sürdürmek için ''emek'' gerek...
sevgi ne boğazda ne mum ışında yemek yemek
ne de pahalı bir pırlanta demek,
sevgi, bir lokmada iki mutlu insan demek...
nazım hikmet
mantık, duygusuzluk demek değildir.
mantık, aşk uğruna greksiz kıskançlık yapmanın, karşıdaki insanı yıpratmanın doğru bir şey olmadığını anlamaktır.
zaten herkesin, zorunluluktan, kör kütük nedenini bilmediği aşklardan, toplum baskısı ile evlendiği için yeni evliliklerin %50'si bitiyor... insanın duygularını, mantığının yönlendirmesi her zaman daha önemli ve daha kalıcıdır.
zaten, doğru olanı evliliğin değil, sevdiğin insanın mantıklı olmasıdır.
gönlünde olanla, mantık çerçevesi içinde güçlerini birleştirmek hem konforlu bir hayat getirir, hem uzun bir ilişkinin temelidir.
mantık, aşk uğruna greksiz kıskançlık yapmanın, karşıdaki insanı yıpratmanın doğru bir şey olmadığını anlamaktır.
zaten herkesin, zorunluluktan, kör kütük nedenini bilmediği aşklardan, toplum baskısı ile evlendiği için yeni evliliklerin %50'si bitiyor... insanın duygularını, mantığının yönlendirmesi her zaman daha önemli ve daha kalıcıdır.
zaten, doğru olanı evliliğin değil, sevdiğin insanın mantıklı olmasıdır.
gönlünde olanla, mantık çerçevesi içinde güçlerini birleştirmek hem konforlu bir hayat getirir, hem uzun bir ilişkinin temelidir.
hiç gitmek istemeyerek, bedelli çıkmaması ile gittiğim, zorla döndüğüm askerlik tipidir.
okul bitti, deli gibi bedelli çıkmasını bekliyorum 30'da olsa 60'da olsa vereceğim yeter ki gitmeyeyim diye. istemiyorum gitmeyi. 2 sene bekledim.
o sıralar, doğup büyüdüğüm evin yanında tıp merkezi vardı. babamın da gazıyla başvurdum, zaten sahipleri ile ahbap olduğumuz için adam, ne demek dedi aldı beni. bizim evden bağırsan penceren, oğlum desen duyulacak bir apartman öyle düşünün, öyle bir yerde acil doktorluğu yapıyorum, akraba konu komşu esnaf kim varsa gece sohpet etmeye geliyordu, hiç unutmuyorum karşı komşumuz zerrin teyze ve kocası elinde çaydanlıkla geldiler 2'de muhabbet etmeye bir gün. acilin önüne masa sandalye attık, oturduk çekirdek çitleyip muhabbet ediyoruz.. her gece mi arkadaş, vallahi her gece başkası geliyordu. aile apartmanımızın üst katındaki atanamayan öğretmen kuzenim, acile geliyor beni beğenmiyor, annem pencereden falan baksa beni görüyor, bazen çağırıyor. böyle lanet bir yıl geçirdim. en son dayanamadım istifa ettim. gittim il sağlık müdürlüğüne başvurdum, 1 sene de pratisyen aile hekimliği yaptım. kapıdaki memura beni lütfen bu şehirdeki en uzak sağlık ocağına verin diye yalvardım. neyse verdiler de kafa dinledim biraz.
neyse 2 sene bedelli arayışları ile geçerken, avukat bir kız arkadaşım vardı sürekli benimle kavga eder eder dururdu. bir gün dayanamadım, her erkeğe gelen (bkz: ansızın gelen tecil bozdurma isteği) geldi bana. gittim sabah bütün bu bunalımların ardından sabahın köründe askerlik şubesinde bozdurdum tecilimi, bir form verdiler üzerine komando olmak istiyor musunuz yazıyor, ulan bu ne ola ki dedim. işaretlemedim sanıyorum ama kutucuğun üzerine kalemi koymuşum, çizilmiş orası işaretlenmiş olarak kalmış. değiştiremedim de kaldı öyle.
eve döndüm en erken önümüzdeki celp döneminde gitmek istiyorum dedim. eve döndüm hazırlıkları yaptım, sonuçlar açıklandı samsun sahra sıhhıye okul ve eğitim merkezi komutanlığında, sıhhıye asteğmenliği çıktı, oh dedim rahatlayacağım, sonra aldım bileti topladım valizi samsuna geldim. memleketten bir kaçışım var sanki atatürk samsuna ayak basıyor, aynı ben de samsuna ayak bastım o günkü heyecan ve bıkmışlıkla. 1 ay boyunca acemi eğitimi eğitimi aldım çok rahattı. sıra geldi usta birliğine gitmeye.
sıhhıye okulunda herkes doktor zaten, kimisi pratisyen kimisi uzman, beyin cerrahı doçent gördüm 35 yaşında 14 yaşında oğlu var adamın, resmine baka baka uyuyordu, geceleri ağlaya ağlaya uyuyordu adam. üç beş sana daha kaçsaydı oğluyla beraber gelirdi artık. neyse acemi eğitimi bitti, pratisyenleri askeri hastanelere veriyorlar biz ayrı torbadan kura çekiyoruz, uzmanlar bölümlerine göre ayrı kuradan çekiyorlar kıtaya gidiyorlar. kura başlamadan önce, 3 kişinin ismini okudular bunlar çekmeyecek diye. aralarından biri de benim. hayırdır lan diyorum, burada mı kalıyoruz acaba falan diyorum ben. acemileri mi eğiteceğiz. bütün pratisyenler kura çekti, kimine aydın, kimine izmir, kimine direkt gata çıkıyor, oh be diyorum ben doğu falan yok. herkes kurayı çekti sıra bize geldi, tabip yarbaya dedim ki, komutanım biz niye ayrı bir yerdeyiz? oğlum sizin iç güvenlik hizmetiniz var komando oldunuz oğlum komando diyor. ne komandosu amına koyim demeye kalmadan, aklımdaki 2,5 ay önceki komando olur musunuz kutucuğunu yanlışlıkla işaretlediğim geldi. e dedim şimdi ne olacak? oğlum siz eğirdir dağ komando okuluna gideceksiniz, orası neresi dedim ısparta koçum dedi. haydi buyur buradan yak dedim. neyse aldım bileti, ıspartaya gittim, eğirdir dağ komando okulunu bulmaya çalışıyorum şehrin merkezinde, kardeş dediler orası buraya 1,5 saat mesafede. bindim git git bitmiyor yol. uçcuzb bucaksız bir yerde dağ komando okulu. 3 hafta da komando eğitimi verdiler. geceleri suyla, koğuşa bomba atarak kaldırıyorlar adamı. itfayeyle sulayarak mekik şınav çektiriyorlar. o şınavları çekerken, lan oğlum sende ekmeğe sürülecek akıl yok amına koyim diyorum kendime. askerden kaçacakken, komando oldun iyi mi diyorum. neyse o ömrümden ömür alan 3 hafta bitti, 3 kişiye yine kura çektirdiler. en son ben çektim, ilk çeken arkadaşa kilis, ikinciye siirt, bana hakkari şemdinli hudut merkezi komutanlığı çıktı. lan aklını sikim senin aklını diyorum, gittikçe daha da zorlaşıyor bu askerlik işi. görev yerim, askeri üste değil, direkt karakolmuş. önce ıspartadan hakkariye tam 24 saatte yani 1 günde vardım. 24 saat otobüs yolculuğu sürdü. hakkarinin içinden, beni araçla aldılar üs bölgesine götürdüler, oradan helikoptere binip dağların arasından geçip karakola ulaştık. yol falan yok, ocak ayı, metre metre kar var. ulan ben hayatımda kar görmedim o güne kadar bizim orada hiç kar yağmaz, düştüğüm yere bak. indim, komutanlar karşıladılar, benden önceki doktor arkadaş askerliğinin bitimine yakın teğmen yapmışlar. onun devresi bitti, o helikoptere bindi gitti. karakol komutanı binbaşı hoşgeldin aslanım dedi sırtıma vurdu. askerlerle falan tanıştırdılar.. askerlik yükümlülüğünün geri kalanını orada tamamladık, operasyonlara da çıktık, yeri geldi askeri de düşmanı da tedavi ettik. mükemmel dostluklar kurduk, aramızda hiç kimseyle ast üst ilişkisi olmadı, abi kardeş gibi davrandılar hep. asteğmen olmama rağmen erler gibi aynı psikolojiyi ben de yaşadığım için, yeri geldi eşini özleyen adamı, hava değişimi için evine bile yolladık görevim boyunca şehit verdirmeden görevimi tamamladım... insan öyle zor, hayatta kalma mücadelesinin içine girince bir süre sonra bırakmakta istemiyor. gitmeyeceğim diyor. askerliğim bitti, terhis olmama 1 gün var, yani şafak doğan güneş. bir gece düzenledik, eğlendik şarkılar söyledik. bir kaç bir şey söylemem gerekiyordu veda konuşması için, eşek kadar adam olmama bakmadan, hayatımda ilk defa onları bırakırken hüngür hüngür ağladım. keşke bırakmasaydım, ama artık dönmem gerekiyordu. askerliğimde hiç çarşı izni kullanamadım, bunun eksikliğini hiç yaşamadım. er arkadaşlarımla, komutanlarımın çoğuyla hala görüşürüm. eksik olmasınlar. onlara buradan bir kez daha, sevgiyle saygıyla selamlıyorum...
okul bitti, deli gibi bedelli çıkmasını bekliyorum 30'da olsa 60'da olsa vereceğim yeter ki gitmeyeyim diye. istemiyorum gitmeyi. 2 sene bekledim.
o sıralar, doğup büyüdüğüm evin yanında tıp merkezi vardı. babamın da gazıyla başvurdum, zaten sahipleri ile ahbap olduğumuz için adam, ne demek dedi aldı beni. bizim evden bağırsan penceren, oğlum desen duyulacak bir apartman öyle düşünün, öyle bir yerde acil doktorluğu yapıyorum, akraba konu komşu esnaf kim varsa gece sohpet etmeye geliyordu, hiç unutmuyorum karşı komşumuz zerrin teyze ve kocası elinde çaydanlıkla geldiler 2'de muhabbet etmeye bir gün. acilin önüne masa sandalye attık, oturduk çekirdek çitleyip muhabbet ediyoruz.. her gece mi arkadaş, vallahi her gece başkası geliyordu. aile apartmanımızın üst katındaki atanamayan öğretmen kuzenim, acile geliyor beni beğenmiyor, annem pencereden falan baksa beni görüyor, bazen çağırıyor. böyle lanet bir yıl geçirdim. en son dayanamadım istifa ettim. gittim il sağlık müdürlüğüne başvurdum, 1 sene de pratisyen aile hekimliği yaptım. kapıdaki memura beni lütfen bu şehirdeki en uzak sağlık ocağına verin diye yalvardım. neyse verdiler de kafa dinledim biraz.
neyse 2 sene bedelli arayışları ile geçerken, avukat bir kız arkadaşım vardı sürekli benimle kavga eder eder dururdu. bir gün dayanamadım, her erkeğe gelen (bkz: ansızın gelen tecil bozdurma isteği) geldi bana. gittim sabah bütün bu bunalımların ardından sabahın köründe askerlik şubesinde bozdurdum tecilimi, bir form verdiler üzerine komando olmak istiyor musunuz yazıyor, ulan bu ne ola ki dedim. işaretlemedim sanıyorum ama kutucuğun üzerine kalemi koymuşum, çizilmiş orası işaretlenmiş olarak kalmış. değiştiremedim de kaldı öyle.
eve döndüm en erken önümüzdeki celp döneminde gitmek istiyorum dedim. eve döndüm hazırlıkları yaptım, sonuçlar açıklandı samsun sahra sıhhıye okul ve eğitim merkezi komutanlığında, sıhhıye asteğmenliği çıktı, oh dedim rahatlayacağım, sonra aldım bileti topladım valizi samsuna geldim. memleketten bir kaçışım var sanki atatürk samsuna ayak basıyor, aynı ben de samsuna ayak bastım o günkü heyecan ve bıkmışlıkla. 1 ay boyunca acemi eğitimi eğitimi aldım çok rahattı. sıra geldi usta birliğine gitmeye.
sıhhıye okulunda herkes doktor zaten, kimisi pratisyen kimisi uzman, beyin cerrahı doçent gördüm 35 yaşında 14 yaşında oğlu var adamın, resmine baka baka uyuyordu, geceleri ağlaya ağlaya uyuyordu adam. üç beş sana daha kaçsaydı oğluyla beraber gelirdi artık. neyse acemi eğitimi bitti, pratisyenleri askeri hastanelere veriyorlar biz ayrı torbadan kura çekiyoruz, uzmanlar bölümlerine göre ayrı kuradan çekiyorlar kıtaya gidiyorlar. kura başlamadan önce, 3 kişinin ismini okudular bunlar çekmeyecek diye. aralarından biri de benim. hayırdır lan diyorum, burada mı kalıyoruz acaba falan diyorum ben. acemileri mi eğiteceğiz. bütün pratisyenler kura çekti, kimine aydın, kimine izmir, kimine direkt gata çıkıyor, oh be diyorum ben doğu falan yok. herkes kurayı çekti sıra bize geldi, tabip yarbaya dedim ki, komutanım biz niye ayrı bir yerdeyiz? oğlum sizin iç güvenlik hizmetiniz var komando oldunuz oğlum komando diyor. ne komandosu amına koyim demeye kalmadan, aklımdaki 2,5 ay önceki komando olur musunuz kutucuğunu yanlışlıkla işaretlediğim geldi. e dedim şimdi ne olacak? oğlum siz eğirdir dağ komando okuluna gideceksiniz, orası neresi dedim ısparta koçum dedi. haydi buyur buradan yak dedim. neyse aldım bileti, ıspartaya gittim, eğirdir dağ komando okulunu bulmaya çalışıyorum şehrin merkezinde, kardeş dediler orası buraya 1,5 saat mesafede. bindim git git bitmiyor yol. uçcuzb bucaksız bir yerde dağ komando okulu. 3 hafta da komando eğitimi verdiler. geceleri suyla, koğuşa bomba atarak kaldırıyorlar adamı. itfayeyle sulayarak mekik şınav çektiriyorlar. o şınavları çekerken, lan oğlum sende ekmeğe sürülecek akıl yok amına koyim diyorum kendime. askerden kaçacakken, komando oldun iyi mi diyorum. neyse o ömrümden ömür alan 3 hafta bitti, 3 kişiye yine kura çektirdiler. en son ben çektim, ilk çeken arkadaşa kilis, ikinciye siirt, bana hakkari şemdinli hudut merkezi komutanlığı çıktı. lan aklını sikim senin aklını diyorum, gittikçe daha da zorlaşıyor bu askerlik işi. görev yerim, askeri üste değil, direkt karakolmuş. önce ıspartadan hakkariye tam 24 saatte yani 1 günde vardım. 24 saat otobüs yolculuğu sürdü. hakkarinin içinden, beni araçla aldılar üs bölgesine götürdüler, oradan helikoptere binip dağların arasından geçip karakola ulaştık. yol falan yok, ocak ayı, metre metre kar var. ulan ben hayatımda kar görmedim o güne kadar bizim orada hiç kar yağmaz, düştüğüm yere bak. indim, komutanlar karşıladılar, benden önceki doktor arkadaş askerliğinin bitimine yakın teğmen yapmışlar. onun devresi bitti, o helikoptere bindi gitti. karakol komutanı binbaşı hoşgeldin aslanım dedi sırtıma vurdu. askerlerle falan tanıştırdılar.. askerlik yükümlülüğünün geri kalanını orada tamamladık, operasyonlara da çıktık, yeri geldi askeri de düşmanı da tedavi ettik. mükemmel dostluklar kurduk, aramızda hiç kimseyle ast üst ilişkisi olmadı, abi kardeş gibi davrandılar hep. asteğmen olmama rağmen erler gibi aynı psikolojiyi ben de yaşadığım için, yeri geldi eşini özleyen adamı, hava değişimi için evine bile yolladık görevim boyunca şehit verdirmeden görevimi tamamladım... insan öyle zor, hayatta kalma mücadelesinin içine girince bir süre sonra bırakmakta istemiyor. gitmeyeceğim diyor. askerliğim bitti, terhis olmama 1 gün var, yani şafak doğan güneş. bir gece düzenledik, eğlendik şarkılar söyledik. bir kaç bir şey söylemem gerekiyordu veda konuşması için, eşek kadar adam olmama bakmadan, hayatımda ilk defa onları bırakırken hüngür hüngür ağladım. keşke bırakmasaydım, ama artık dönmem gerekiyordu. askerliğimde hiç çarşı izni kullanamadım, bunun eksikliğini hiç yaşamadım. er arkadaşlarımla, komutanlarımın çoğuyla hala görüşürüm. eksik olmasınlar. onlara buradan bir kez daha, sevgiyle saygıyla selamlıyorum...
merhaba dostlar... hastaneden fırsat buldum biraz, cinsel sözlükte, cinselliğin tarihi ile alakalı biraz ufukları genişletici, uzun bir bilgilendirme yazısı yazacağım bu konuyla alakalı, baştan uyarayım, sonra bunu insan okuyacak demeyin.
bu sözlüğün en uzun entry'sini yazdıktan sonra, sözlükten biriktirdiğim 0,12 kuruşumu atm'den çekmeye gideceğim.
ve sonra, yazının sonuna kadar dayanabilenlere çikolata alıp kahve ısmarlayacağım.
haydi başlayalım..
cinselliği anlayabilmemiz için, bir zaman makinesine binip m.ö. 970'li yıllara gidiyoruz. bu dönemlerde genç hititler falan var ve hiçbir din henüz hakim değil (hristiyanlık, müslümanlık, yahudilik) anadoluda. bu dönemlerin antik kayıtlarını okuduğumuzda, cinselliğin bir tabu olarak görülmediğini, hatta mısır halkının ve anadolu halklarının cinselliğin ne olduğunu anlamaya çalıştığını bunun üzerine denemeler yazdıklarını görüyoruz. insanlar bu dönemde, yani bundan 3000 yıl önce cinselliğin tanrıyla bir iletişim şekli olduklarını, hiçbir şeyin bu kadar zevk veremediğini, ve bu sayede cinselliğin tanrıya ibadet etmekle bir alakası olduklarını düşünüyorlardı. eski asur uygarlığı kayıtlarını incelediğimizde hayvanların, birbirlerine çiftleşmek için kur yapmalarını kutsal olarak buluyorlardı. hayvanların bu ritueller için rengarenk şekillere bürünmesini, güzel sesler çıkarmalarını, dans etmelerini bir ibadet olarak algılıyorlardı.
halk için, cinsellik bu denli ruhsal, görsel ve dinsel bir açıdan şölen haline gelmişken, yöneticiler için işler farklı işliyordu. o dönemde herhangi bir teknoloji, olmadığı veya bilinmediği için 19. yy sonlarına kadar ''ne kadar askerin varsa, o kadar güçlüsün'' anlayışı hakimdi. ve yöneticiler, halkın üremesini büyümesini istiyordu. çünkü kente asker, tarım işçisi ve diğer ayak işleri için insan lazımdı. yani insan üretimi lazımdı. bu yüzden cinsellik, doğum, ve kur kutsal olarak görülmeliydi. kadının cinsel yönden tatmin edilmesi büyük maharet, erkeğin tohumlarını kadının içine boşaltması tanrıyı en çok onure edecek şeydi, kadınların memesi erkeklerin penisi kutsal şeylerdi. kadınların vajinasının içi, ve oradan çıkan bebek tanrının insanlara açmış olduğu bir pencere olarak görülüyordu.
yine o dönemde, herhangi bir ahiret inancı 'roma toprakları üzerinde bulunmuyordu'günahta yoktu ve o çok kutsal vaatleri bulunan semavi dinler de ortada yoktu. yani insanların ömürlerinin de bugünküne kıyasla yarı yarıya olduğunu düşünürsek, cinsellik kaçırılmayacak bir şeydi. roma'da cinsellik, ve insanların birbirine duyduğu cinselçekim tanrının insanları yaratmasındaki temel amacı, temel enerjisisi olduğu görüşü çok yaygındı. hatta bu öyle önemli bir enerji biçimiydi ki, sadece insanlara değil hayvanlara, ve tanrıların kendisine bile yasak kılınmamıştı. herkes bu zevki tadabiliyordu.
dönemde, cinsellik bugünkü gibi queer teorileri ile açıklanmıyordu, eşcinsel, aseksüel, heteroseksuel, lezbiyen gibi hiçbir tanım kullanılmıyordu. çünkü hristiyanlık olmadığı için kimse bu günah tanımlarını icat etmemişti. roma halkı istediği ile istediğini gönül rahatlığıyla yaşayabiliyordu. hayal etmek zor ama, cinsellikte iki tanım kullanılıyordu aktif ve pasif.. bugünkü gibi - olm bu eşcinseller yanacak amına koyim - lan bu eşcinsellik psikolojik bir şey ha- gibi abuk subuk cümleler kuran insanlar da yoktu (ne güzel lan) bu aktiflik ve pasiflik ögelerinin bazı kuralları da bulunmaktaydı. ülkenin soylularının, zenginlerinin, devlet yönetiminde olanlarının aktif olması, fakir ve yoksul insanın, tabaka olarak kendisinden aşağıda olanın, romalı olmayanın pasif olması gerekiyordu. tabii bunun da çok fazla kaçamağı yaşanıyordu. (** paris ve oğulları** ) yalnız olanlar da bugün bizim porno izlediğimiz gibi, çizimler, hikayeler yapılıp dağıtılıyordu. hatta romadan, mısıra bunun kervanlarla ihraç edildiğini dahi biliyoruz. sanatta, devlet yönetiminde, hikayede şiirde tiyatroda oyunda ve hatta orduda bile, her yerde cinselliğin özgürce yaşandığı bir toplum.. bunu tezahur etmek ne kadar da zor değil mi?
dönemde hristiyanlığın tohumları yavaş yavaş yeşerirken, yahudilik boş durmuyordu. kitaplar yazılıyor, insan kazanılmaya çalışılıyordu. dünyanın her yerine tebliğ mektupları diyebileceğimiz mektuplar yollanıyor, tek ve mükemmel bir tanrıdan bahediliyordu. hiç kimseye benzemeyen, doğmamış ve doğurulmamış, her şeyi her yerde gündüz ve gece görebilen her şeyi bilebilen kusursuz bir tanrı modeliydi. mektupların ilk gittiği romada insanlar bunu önceleri algılamakta çok güçlük çektiler, çünkü onların inandıkları tanrılardan yüzlercesi vardı. hepsinin birbirinden ayrı görevleri, birbirinden ayrı düşünceleri vardı. kimisi iyi, kimisi kötü, birbirileri ile savaşabilir hatta ölebilirlerdi.
bu fikir herkese henüz çok yeni geliyordu. bu tanrılar aynı antik mısırda ve çok tanrılı tüm toplumlarda olduğu gibi daha iyi yönetebilmek için önce görünmeyen insanlara elçilik veren kimselerdi, daha sonra insanlar tanrılık vazifesi kazandı. ve daha sonra da tanrılar da hırsızlık yapabilir aşık olabilir savaş kaybedebilir yani insana özgü olan herşeyi yapabilir hale geldi. ,
**buraya kadar gelen yazarlar benden bir çikolatayı hak ettiler.**
romada bu mektupların ve tek tanrılı dinlerin yankısı sürerken, yahudilik(musevilik) tevratta, tanrının şahaneliğinden bahsederken, tanrının cinselliği konusunda ağır eleştirilerde bulunuyordu. roma halkı buna uzun yıllar sıcak bakmadı, hem coğrafi olarak hem de tevratın insanların üzerine birden fahişe diye yüklenmesi insanları bu dinden soğuttu,
taa ki, museviliğin içinden kopan bir adam olan isa, babasız ve bakire meryemden doğana kadar. buradaki meryemin bakireliği dönemin azgınlığına bir gönderme olarak ortaya çıkmıştır. tarsusta ortaya çıkan bu din, isanın meşhur birini taşlayacaksak, ''ilk taşı günahsız olan atsın'' diyerek insanların kalbini kazanmayı başarmıştı. insanlara yahudiliğin yapamadığı hoşgörüyü ekrem imamoğlu gibi isa herkesi kucaklayarak yapmıştı. isanın havarileri isanın yaşayışını adım adım not ediyordu, hristiyanlık isanın ölümünden sonra ortaya çıkmış, bu yorumların derlenmesi ile oluşmuş ilk dindir. .
isa öldükten sonra tarsuslu paul dünyaya mektuplar yazmaya başladı, ''şehvet bizi öldürür, tanrının kurallarına bağlanalım'' gibi cümlelerle bütün dünyanın kalbini kazanmaya çalışıyordu. tarsuslu paul'un bu görüşlerinin belirlenmesinde aristo ve plutonun görüşleri etkili olduğunu biliyoruz. çünkü her ikisi de gerçek akıl sahibi olabilmek için şehvetten uzaklaşılmalı diyordu.
bu giden mektuplarla hristiyanlar romada yavaş yavaş yer bulmaya başlıyordu. hristiyanlar devlet yönetimlerinde yer almak istiyor ve buna gerekçe olarak, cinselliğin kendilerinde günah olduğunu ve hiçbir cinsel tahriğe kapılmadan ülke çıkarlarını gözederek çalışacaklarını beyan etmeleriydi. hristiyanlar yavaş yavaş romaya sızmaya devam ederken, romada seçim oldu ve ağustos ayına ismini veren agustus imparator oldu. agustus imparator olduğunda hristiyanlık çoktan devletin kademelerine yerleşmişti. halk çalkalanıyordu, toplum ne yaptığını bilmiyordu, yaptığının sevap mı yoksa günah mı olduğunu hala anlamamıştı.
agustus toplumdaki bu ahlaki bozulmanın önlemini almak için, kadınların kocaları dışındaki biriyle cinsel ilişkiye girmesini yasakladı. bir koca karısını başka bir adamla yakalarsa hem kocaya tecavüz edebilme hem de kadını öldürme yetkisi verildi.
bu karar elbette paul'un bütün dünyaya mektupları ve hristiyanlığın çok organize bir din olması ile mümkün kılındı. paula göre, inanlar bedenlerinde kutsal bir ruh taşıyor ve tanrı onlara bir parlaklık sağlıyordu. hristiyanlık tarihinde sadece o döneme özgü olan inanıyorsan tanrı senin içindedir, sen bir kilisesin mantığı da ortaya çıkmış oldu. paul önce havarilere cinselliği yasaklasa da, daha sonra tek eşli kalmayı mümkün kıldı. daha sonra azizler yani ruhban sınıfı evlenemez hale geldi ama bu kez de boşanma yasaklandı. ölene kadar o eşle kalma zorunluluğu geldi. elbette roma bu dine hoşgeldiniz canım buyrun şuraya geçin diyerek kabul etmedi. hristiyanlık paul döneminde çok ağır eleştriler ve baskılarla karşılaştı. ruhban sınıfı öldürüldü, azizler ile alay edildi, inanlar aptal yerine konuldu romalı askerler kiliseleri kapattılar. romalı askerler kiliseye kapanıp ayin yapan hristiyanlığı, ölülerle seks yapmakla, adet kanı içip, hayvanlarla seks yaptıkları yönünde çok ağır dedikodularda bulundu. ve ilk defa cinsellik aşağılayıcı ve hakaret söylemi olarak kullanılmış oldu. romalı askerlerin inanan grubu aşağılamaları halk arasında sıkça kullanılmaya başlandı.
hristiyanların romada devletin üst mertebelerine geçmeye devam etmesi ile halkın sevgisini ve beğenisini kazanmaya yol açtı. toplum daha hristiyanlığa daha ılımlı ve normal bakmaya başladı. hristiyanlar ise biz masumuz kardeş, bizim devletin ve toplumun dinamikleri ile oynama gibi bir derdimiz yok biz sadece tanrıyı tebliğ ediyoruz diyorlardı. biz kandırılmayız, bizi kadınlar ile kandırılamayız biz ahlaklıyız diyerek topluma suni bir ahlak algılayışı pompalamaları ile beraber yıllar geçtikçe toplum da lan bu adamlar hakikaten, ahlaklı ha güvenilir adamlar demeye başladılar. romadaki soylu köle kavramları gittikçe kadın erkek kavramlarına dönüşmeye başlıyordu. soylular içinde erkekler kadınlardan üstün duruma, köleler içinde erkekler kadınlardan üstün duruma geçmeye başlamıştı. gittikçe daha cinsiyetçi bir hal alıyordu. topluma yıllarca yedirilen bu suni ahlakla beraber insanların fikirleri de değişiyordu, insanlar romalı devlet adamlarını daha güvenilmez bulmaya başladılar. hristiyanlar ise, işin en kolayını bulup romalı devlet adamlarını fahişelerle bastırıp işlerinden ediyorlardı ve bu sayede daha hızlı yayılma imkanı buldular. bu yıllar süren kısıtlamalar ile insanlar artık tamamen, seksi tanrının bir lütfundan, çocuk yapmak için bir amaç haline getirmişlerdi. cinselliği bunun için yapmayan kişiler ahlaksız olarak nitelendiriliyordu. bir kişinin ahlağına bakmak için önce cinsel yaşamı soruluyordu. insanlar cinselliği kapalı kapılar ardında yapmasa da, artık toplumda konuşmaktan bile çekinir hale geldiler. hristiyanlık kilise ve azizler bu dünyada yaşayamadığınız her şeyi ahirette yaşayacaksınız diyerek yüzyıllarca bir bilinç oluşturdular. cennetin ne kadar muhteşem cehennemin ise ne kadar korkunç olduğunu anlattılar. isanın doğumundan artık 600 yıl geçmişti, bu kez de ortadoğuda sahneye puta tapan toplumları dize getiren, islamiyet çıkmıştı. cinsellik islamiyette o kadar baskılanmıştı ki, romada hristiyanlara kıyafet özgürlüğü varken islamiyette kadınların örtünmesi isteniyordu. artık kadının yeri tamamen, cinsellikle bir tutulur hale geldi. artık cinsellik, günlük hayat rutininde bile konuşulmamaya günah ve ayıp sayılmaya başlandı. hiç kimse bacak, göğüs, demiyordu. kadın, tamamen cinsellikle bir tutulur bir vaziyete geldi. cinsellik yıllar geçtikçe bir tabu haline gelmeye başladı, insanlar cinsellik yaşamak için evlenmek zorunda bırakıldılar. zina yapanlar taşlanarak öldürülüyor ve kafası kesiliyordu. bunun yapılması cinselliği daha da büyük bir tabu haline getirdi. kendi cinselliğini kapalı ve görünmeden yaşayanlar çok namuslu, uluorta yerde yaşayanlar namussuz ve ahlaksız olarak görüldü.
bu ahlaksızlık toplumun her noktasına ilmek ilmek işlendi. insanlar onuru şerefi gururu unutup, ahlakın cinselliğe indirgenmesi ile, cinsellik ile ilgili şeyleri hakaret olarak kullanmaya başladılar. birbirleri ile cinsel ilişkiye girmeyi hakaret olarak kullanmaya başladılar. şimdilerde onursuz gurursuz şerefsiz cesaretiz gibi sözler argo bile algılanmaz hale geldi. tabii benim bu yazdıklarım olayın özetinin özetinin özeti..
yani kısaca dostlar, bu hikayenin en çok yaralananı kadınlar oldu. her gelen kadınların hürriyetinin üzerine bir toprak daha attı ve, sonunda kadınların bireyliğini, hürriyetini topluca gömmüş olduk.
sonuna kadar gelenlere bir kahve sözüm hala geçerli... :)
bu sözlüğün en uzun entry'sini yazdıktan sonra, sözlükten biriktirdiğim 0,12 kuruşumu atm'den çekmeye gideceğim.
ve sonra, yazının sonuna kadar dayanabilenlere çikolata alıp kahve ısmarlayacağım.
haydi başlayalım..
cinselliği anlayabilmemiz için, bir zaman makinesine binip m.ö. 970'li yıllara gidiyoruz. bu dönemlerde genç hititler falan var ve hiçbir din henüz hakim değil (hristiyanlık, müslümanlık, yahudilik) anadoluda. bu dönemlerin antik kayıtlarını okuduğumuzda, cinselliğin bir tabu olarak görülmediğini, hatta mısır halkının ve anadolu halklarının cinselliğin ne olduğunu anlamaya çalıştığını bunun üzerine denemeler yazdıklarını görüyoruz. insanlar bu dönemde, yani bundan 3000 yıl önce cinselliğin tanrıyla bir iletişim şekli olduklarını, hiçbir şeyin bu kadar zevk veremediğini, ve bu sayede cinselliğin tanrıya ibadet etmekle bir alakası olduklarını düşünüyorlardı. eski asur uygarlığı kayıtlarını incelediğimizde hayvanların, birbirlerine çiftleşmek için kur yapmalarını kutsal olarak buluyorlardı. hayvanların bu ritueller için rengarenk şekillere bürünmesini, güzel sesler çıkarmalarını, dans etmelerini bir ibadet olarak algılıyorlardı.
halk için, cinsellik bu denli ruhsal, görsel ve dinsel bir açıdan şölen haline gelmişken, yöneticiler için işler farklı işliyordu. o dönemde herhangi bir teknoloji, olmadığı veya bilinmediği için 19. yy sonlarına kadar ''ne kadar askerin varsa, o kadar güçlüsün'' anlayışı hakimdi. ve yöneticiler, halkın üremesini büyümesini istiyordu. çünkü kente asker, tarım işçisi ve diğer ayak işleri için insan lazımdı. yani insan üretimi lazımdı. bu yüzden cinsellik, doğum, ve kur kutsal olarak görülmeliydi. kadının cinsel yönden tatmin edilmesi büyük maharet, erkeğin tohumlarını kadının içine boşaltması tanrıyı en çok onure edecek şeydi, kadınların memesi erkeklerin penisi kutsal şeylerdi. kadınların vajinasının içi, ve oradan çıkan bebek tanrının insanlara açmış olduğu bir pencere olarak görülüyordu.
yine o dönemde, herhangi bir ahiret inancı 'roma toprakları üzerinde bulunmuyordu'günahta yoktu ve o çok kutsal vaatleri bulunan semavi dinler de ortada yoktu. yani insanların ömürlerinin de bugünküne kıyasla yarı yarıya olduğunu düşünürsek, cinsellik kaçırılmayacak bir şeydi. roma'da cinsellik, ve insanların birbirine duyduğu cinselçekim tanrının insanları yaratmasındaki temel amacı, temel enerjisisi olduğu görüşü çok yaygındı. hatta bu öyle önemli bir enerji biçimiydi ki, sadece insanlara değil hayvanlara, ve tanrıların kendisine bile yasak kılınmamıştı. herkes bu zevki tadabiliyordu.
dönemde, cinsellik bugünkü gibi queer teorileri ile açıklanmıyordu, eşcinsel, aseksüel, heteroseksuel, lezbiyen gibi hiçbir tanım kullanılmıyordu. çünkü hristiyanlık olmadığı için kimse bu günah tanımlarını icat etmemişti. roma halkı istediği ile istediğini gönül rahatlığıyla yaşayabiliyordu. hayal etmek zor ama, cinsellikte iki tanım kullanılıyordu aktif ve pasif.. bugünkü gibi - olm bu eşcinseller yanacak amına koyim - lan bu eşcinsellik psikolojik bir şey ha- gibi abuk subuk cümleler kuran insanlar da yoktu (ne güzel lan) bu aktiflik ve pasiflik ögelerinin bazı kuralları da bulunmaktaydı. ülkenin soylularının, zenginlerinin, devlet yönetiminde olanlarının aktif olması, fakir ve yoksul insanın, tabaka olarak kendisinden aşağıda olanın, romalı olmayanın pasif olması gerekiyordu. tabii bunun da çok fazla kaçamağı yaşanıyordu. (** paris ve oğulları** ) yalnız olanlar da bugün bizim porno izlediğimiz gibi, çizimler, hikayeler yapılıp dağıtılıyordu. hatta romadan, mısıra bunun kervanlarla ihraç edildiğini dahi biliyoruz. sanatta, devlet yönetiminde, hikayede şiirde tiyatroda oyunda ve hatta orduda bile, her yerde cinselliğin özgürce yaşandığı bir toplum.. bunu tezahur etmek ne kadar da zor değil mi?
dönemde hristiyanlığın tohumları yavaş yavaş yeşerirken, yahudilik boş durmuyordu. kitaplar yazılıyor, insan kazanılmaya çalışılıyordu. dünyanın her yerine tebliğ mektupları diyebileceğimiz mektuplar yollanıyor, tek ve mükemmel bir tanrıdan bahediliyordu. hiç kimseye benzemeyen, doğmamış ve doğurulmamış, her şeyi her yerde gündüz ve gece görebilen her şeyi bilebilen kusursuz bir tanrı modeliydi. mektupların ilk gittiği romada insanlar bunu önceleri algılamakta çok güçlük çektiler, çünkü onların inandıkları tanrılardan yüzlercesi vardı. hepsinin birbirinden ayrı görevleri, birbirinden ayrı düşünceleri vardı. kimisi iyi, kimisi kötü, birbirileri ile savaşabilir hatta ölebilirlerdi.
bu fikir herkese henüz çok yeni geliyordu. bu tanrılar aynı antik mısırda ve çok tanrılı tüm toplumlarda olduğu gibi daha iyi yönetebilmek için önce görünmeyen insanlara elçilik veren kimselerdi, daha sonra insanlar tanrılık vazifesi kazandı. ve daha sonra da tanrılar da hırsızlık yapabilir aşık olabilir savaş kaybedebilir yani insana özgü olan herşeyi yapabilir hale geldi. ,
**buraya kadar gelen yazarlar benden bir çikolatayı hak ettiler.**
romada bu mektupların ve tek tanrılı dinlerin yankısı sürerken, yahudilik(musevilik) tevratta, tanrının şahaneliğinden bahsederken, tanrının cinselliği konusunda ağır eleştirilerde bulunuyordu. roma halkı buna uzun yıllar sıcak bakmadı, hem coğrafi olarak hem de tevratın insanların üzerine birden fahişe diye yüklenmesi insanları bu dinden soğuttu,
taa ki, museviliğin içinden kopan bir adam olan isa, babasız ve bakire meryemden doğana kadar. buradaki meryemin bakireliği dönemin azgınlığına bir gönderme olarak ortaya çıkmıştır. tarsusta ortaya çıkan bu din, isanın meşhur birini taşlayacaksak, ''ilk taşı günahsız olan atsın'' diyerek insanların kalbini kazanmayı başarmıştı. insanlara yahudiliğin yapamadığı hoşgörüyü ekrem imamoğlu gibi isa herkesi kucaklayarak yapmıştı. isanın havarileri isanın yaşayışını adım adım not ediyordu, hristiyanlık isanın ölümünden sonra ortaya çıkmış, bu yorumların derlenmesi ile oluşmuş ilk dindir. .
isa öldükten sonra tarsuslu paul dünyaya mektuplar yazmaya başladı, ''şehvet bizi öldürür, tanrının kurallarına bağlanalım'' gibi cümlelerle bütün dünyanın kalbini kazanmaya çalışıyordu. tarsuslu paul'un bu görüşlerinin belirlenmesinde aristo ve plutonun görüşleri etkili olduğunu biliyoruz. çünkü her ikisi de gerçek akıl sahibi olabilmek için şehvetten uzaklaşılmalı diyordu.
bu giden mektuplarla hristiyanlar romada yavaş yavaş yer bulmaya başlıyordu. hristiyanlar devlet yönetimlerinde yer almak istiyor ve buna gerekçe olarak, cinselliğin kendilerinde günah olduğunu ve hiçbir cinsel tahriğe kapılmadan ülke çıkarlarını gözederek çalışacaklarını beyan etmeleriydi. hristiyanlar yavaş yavaş romaya sızmaya devam ederken, romada seçim oldu ve ağustos ayına ismini veren agustus imparator oldu. agustus imparator olduğunda hristiyanlık çoktan devletin kademelerine yerleşmişti. halk çalkalanıyordu, toplum ne yaptığını bilmiyordu, yaptığının sevap mı yoksa günah mı olduğunu hala anlamamıştı.
agustus toplumdaki bu ahlaki bozulmanın önlemini almak için, kadınların kocaları dışındaki biriyle cinsel ilişkiye girmesini yasakladı. bir koca karısını başka bir adamla yakalarsa hem kocaya tecavüz edebilme hem de kadını öldürme yetkisi verildi.
bu karar elbette paul'un bütün dünyaya mektupları ve hristiyanlığın çok organize bir din olması ile mümkün kılındı. paula göre, inanlar bedenlerinde kutsal bir ruh taşıyor ve tanrı onlara bir parlaklık sağlıyordu. hristiyanlık tarihinde sadece o döneme özgü olan inanıyorsan tanrı senin içindedir, sen bir kilisesin mantığı da ortaya çıkmış oldu. paul önce havarilere cinselliği yasaklasa da, daha sonra tek eşli kalmayı mümkün kıldı. daha sonra azizler yani ruhban sınıfı evlenemez hale geldi ama bu kez de boşanma yasaklandı. ölene kadar o eşle kalma zorunluluğu geldi. elbette roma bu dine hoşgeldiniz canım buyrun şuraya geçin diyerek kabul etmedi. hristiyanlık paul döneminde çok ağır eleştriler ve baskılarla karşılaştı. ruhban sınıfı öldürüldü, azizler ile alay edildi, inanlar aptal yerine konuldu romalı askerler kiliseleri kapattılar. romalı askerler kiliseye kapanıp ayin yapan hristiyanlığı, ölülerle seks yapmakla, adet kanı içip, hayvanlarla seks yaptıkları yönünde çok ağır dedikodularda bulundu. ve ilk defa cinsellik aşağılayıcı ve hakaret söylemi olarak kullanılmış oldu. romalı askerlerin inanan grubu aşağılamaları halk arasında sıkça kullanılmaya başlandı.
hristiyanların romada devletin üst mertebelerine geçmeye devam etmesi ile halkın sevgisini ve beğenisini kazanmaya yol açtı. toplum daha hristiyanlığa daha ılımlı ve normal bakmaya başladı. hristiyanlar ise biz masumuz kardeş, bizim devletin ve toplumun dinamikleri ile oynama gibi bir derdimiz yok biz sadece tanrıyı tebliğ ediyoruz diyorlardı. biz kandırılmayız, bizi kadınlar ile kandırılamayız biz ahlaklıyız diyerek topluma suni bir ahlak algılayışı pompalamaları ile beraber yıllar geçtikçe toplum da lan bu adamlar hakikaten, ahlaklı ha güvenilir adamlar demeye başladılar. romadaki soylu köle kavramları gittikçe kadın erkek kavramlarına dönüşmeye başlıyordu. soylular içinde erkekler kadınlardan üstün duruma, köleler içinde erkekler kadınlardan üstün duruma geçmeye başlamıştı. gittikçe daha cinsiyetçi bir hal alıyordu. topluma yıllarca yedirilen bu suni ahlakla beraber insanların fikirleri de değişiyordu, insanlar romalı devlet adamlarını daha güvenilmez bulmaya başladılar. hristiyanlar ise, işin en kolayını bulup romalı devlet adamlarını fahişelerle bastırıp işlerinden ediyorlardı ve bu sayede daha hızlı yayılma imkanı buldular. bu yıllar süren kısıtlamalar ile insanlar artık tamamen, seksi tanrının bir lütfundan, çocuk yapmak için bir amaç haline getirmişlerdi. cinselliği bunun için yapmayan kişiler ahlaksız olarak nitelendiriliyordu. bir kişinin ahlağına bakmak için önce cinsel yaşamı soruluyordu. insanlar cinselliği kapalı kapılar ardında yapmasa da, artık toplumda konuşmaktan bile çekinir hale geldiler. hristiyanlık kilise ve azizler bu dünyada yaşayamadığınız her şeyi ahirette yaşayacaksınız diyerek yüzyıllarca bir bilinç oluşturdular. cennetin ne kadar muhteşem cehennemin ise ne kadar korkunç olduğunu anlattılar. isanın doğumundan artık 600 yıl geçmişti, bu kez de ortadoğuda sahneye puta tapan toplumları dize getiren, islamiyet çıkmıştı. cinsellik islamiyette o kadar baskılanmıştı ki, romada hristiyanlara kıyafet özgürlüğü varken islamiyette kadınların örtünmesi isteniyordu. artık kadının yeri tamamen, cinsellikle bir tutulur hale geldi. artık cinsellik, günlük hayat rutininde bile konuşulmamaya günah ve ayıp sayılmaya başlandı. hiç kimse bacak, göğüs, demiyordu. kadın, tamamen cinsellikle bir tutulur bir vaziyete geldi. cinsellik yıllar geçtikçe bir tabu haline gelmeye başladı, insanlar cinsellik yaşamak için evlenmek zorunda bırakıldılar. zina yapanlar taşlanarak öldürülüyor ve kafası kesiliyordu. bunun yapılması cinselliği daha da büyük bir tabu haline getirdi. kendi cinselliğini kapalı ve görünmeden yaşayanlar çok namuslu, uluorta yerde yaşayanlar namussuz ve ahlaksız olarak görüldü.
bu ahlaksızlık toplumun her noktasına ilmek ilmek işlendi. insanlar onuru şerefi gururu unutup, ahlakın cinselliğe indirgenmesi ile, cinsellik ile ilgili şeyleri hakaret olarak kullanmaya başladılar. birbirleri ile cinsel ilişkiye girmeyi hakaret olarak kullanmaya başladılar. şimdilerde onursuz gurursuz şerefsiz cesaretiz gibi sözler argo bile algılanmaz hale geldi. tabii benim bu yazdıklarım olayın özetinin özetinin özeti..
yani kısaca dostlar, bu hikayenin en çok yaralananı kadınlar oldu. her gelen kadınların hürriyetinin üzerine bir toprak daha attı ve, sonunda kadınların bireyliğini, hürriyetini topluca gömmüş olduk.
sonuna kadar gelenlere bir kahve sözüm hala geçerli... :)
Ekram imamoglu ne ustat 😂. Klavyene parmagina saglik, oldukça yeşillendirici bir yazıydı👏
hem çikolatayı hem de kahveyi hak ettik. imamoğlu isa benzetmesi güzel:))) anladığım musevilik türevi dinler gelmeden önce ortam daha şenlikliymiş. tevrat ve psikopat tanrısı sağlam terör estirmiş cinsellik üzerine. isa sevgi dolu çiçek çocuk olarak yumuşatmış, haydi gelin bir olalım baba bize merhamet edecektir demiş, daha doğrusu paul demiş:) işin ilginci arkadaşların dikkatini çekiyor mu emin değilim, kocaman dinler adeta önce mesai çıkışı bilardoya gidelim iki de tek atarız türü küçücük arkadaş grupları halinde başlıyor, sonrasında mikro bir tarikat ve yeterince sonrasında koskoca romayı ele geçiren bir paralel yapı/fetö var :) tevrat türevi son dini yeterince bildiğimizi varsayıp oraya hiç girmiyorum:)
olayın sevişmekle alakası yoktur. sadece sevişmenin ne kadar normal olduğunu anlamış bir kitle vardır. doktor, hemşire tıp öğrencisi kitle hayatında belli başlı bazı tabuları eğitimle yıktığı için, canı istediği kişiyle arkadaşlık kurabilir, sevişebilir bu çok normal bir şeydir.
sandığınız gibi, doktor hemşireye göz atıp seninle sevişmek istiyorum demiyor. ya da öğrenciler hemşireler doktorlar kendi aralarında grup seks partisi yapmıyor. bu sadece sapık zihinlerde oluşan abazan bir düşüncedir.
sandığınız gibi, doktor hemşireye göz atıp seninle sevişmek istiyorum demiyor. ya da öğrenciler hemşireler doktorlar kendi aralarında grup seks partisi yapmıyor. bu sadece sapık zihinlerde oluşan abazan bir düşüncedir.
bir ara bana da oldu.
son sınıfta acil nöbetinde kadının biri boğaz rahatsızlığı şikayetiyle acile gelmişti, penisilin yapacağım kadına, enjeksiyon odasına geçin bekleyin hanımefendi ben geliyorum dedim. ama kadının tarzından o odada bir şeyler olacağı belliydi yani bayağı aykırı bir tip kısa etekle gelmiş enjeksiyona, bacağına kolum kadar bir çiçek dövmesi var pembeli falan. neyse geçtik içeri, kadın eteğini kaldırdı, hiçbir şey yok altında, bozuntuya vermiyorum hiç, ama içten içe de, bu kim lan, cins midir nedir diyorum. kadın eteğini açtı, kusura bakmayın dedi kıyafetim pek müsait değil dedi, hesapsız gelmek zorunda kaldım dedi. yok dedim ben, burası zaten adı üstünde acil sıkıntı yok dedim geçmiş olsun, enjeksiyonu yaptım, bitti dedim. bu kadar mı dedi bana, elinizde hafifmiş maşallah diyor, öyledir dedim. bunun gibi birkaç olay daha oldu, ilerleyen zamanlarda onları da yazarım. :)
son sınıfta acil nöbetinde kadının biri boğaz rahatsızlığı şikayetiyle acile gelmişti, penisilin yapacağım kadına, enjeksiyon odasına geçin bekleyin hanımefendi ben geliyorum dedim. ama kadının tarzından o odada bir şeyler olacağı belliydi yani bayağı aykırı bir tip kısa etekle gelmiş enjeksiyona, bacağına kolum kadar bir çiçek dövmesi var pembeli falan. neyse geçtik içeri, kadın eteğini kaldırdı, hiçbir şey yok altında, bozuntuya vermiyorum hiç, ama içten içe de, bu kim lan, cins midir nedir diyorum. kadın eteğini açtı, kusura bakmayın dedi kıyafetim pek müsait değil dedi, hesapsız gelmek zorunda kaldım dedi. yok dedim ben, burası zaten adı üstünde acil sıkıntı yok dedim geçmiş olsun, enjeksiyonu yaptım, bitti dedim. bu kadar mı dedi bana, elinizde hafifmiş maşallah diyor, öyledir dedim. bunun gibi birkaç olay daha oldu, ilerleyen zamanlarda onları da yazarım. :)
çiçek dövmesi var pembeli olması ayrıntısından bir çıkarımda mı bulundunuz? Biz de mi öyle yapmalıyız? Bu ayrıntının çamaşırsız olmasıyla hiç ilgisi olmayabilir.
yok, dövmenin pembe ve çiçekli olması hoş bir detay olduğu için belirttim. güzeldi. :) burada bacağında çiçek dövmesi yapan ahlaksızdır anlamı çıkmasın. :)
Öyle gibi anladım ben ve yadırgadım o yüzden yazdığınızı.
🤤
çok kaliteli ve çok önemli bir doktordur. evrim ağacı kurulurken büyük bir cesaret gösterip babür erdem ve güngör budak eşliğinde çok zorlu sınavlardan geçmişlerdir...
kendisi hakkında bir sır, aziz hocayı zerre kadar sevmez swh
okuyorsa burayı selam olsun, kendisine.
kendisi hakkında bir sır, aziz hocayı zerre kadar sevmez swh
okuyorsa burayı selam olsun, kendisine.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?