confessions

anonim_kullanıcı_4

1. nesil Yazar - Yazar -

  1. toplam entry 191
  2. takipçi 11
  3. puan 6955

cinsiyetler ve beyinlerin ayrılığı

anonim_kullanıcı_4
fırsat buldukça denemeler yapıyorum böyle dostlar, aslında okumaya üşenenler için tanımları parçalayarak anlatmak daha çok aklıma yattı. sonra düşündüm, şimdi sizi de bkz bkz dolaştırmak istemedim. bir çırpıda okuyacağınızı düşündüğüm cinsiyetler ve beyinler üzerinden naçizane birkaç kelam etmek istedim..
burada hala, aklı ile cinsel organları yer değiştirmemiş bir kitle olduğuna inanıyorum, dönüyorsa da zaten burası onların yüzü suyu hürmetine dönüyor... neyse konuya dönelim..
'bu yazının sonunda siz de kendini beyninizin cinsiyetini öğrenmiş olacaksınız. '
fiziksel cinsiyetlerimiz birbirinden benzersiz olsa da, beynimizin cinsiyeti ondan çok bağımsızdır. evet, beynimizin bir cinsiyeti vardır. hem de bizim cinsel yönelimimizle, tabiatımızın getirdiği cinsel tercihlerle, cinsiyetimizden bağımsız bir cinsiyet.
öncelikle, görünüş olarak kadın beyni ve erkek beyni otopsi esnasında, birbirinden büyüklük ve küçüklük farkları bulunur. dışarıdan bakan kişi beynin hangi cinsiyete ait olduğunu anlayabilir. son derece farklıdır birbirinden.

1950'li yıllardan itibaren, beyin üzerinde yapılan mr çalışmalarından sonra insanların kendi cinsiyetlerinden bağımsız, duyu, görü, dokunsal faailiyetlerinin birbirinden farklı olduğu görüldü. bu farklılıklar kişilerin doğumdan sonraki yaşamsal faaliyetlerini, karakterlerini oluşturmasında temel bir etken olduğu gözlemlendi.
bu modern nöropsikoloji, ve nörofizyoloji çalışmalar göstermiştir ki, insan beyninin içerisinde iki tip beyin türü bulunmaktadır. bunlar; (bkz: dişi beyin) ve (bkz: erkek beyin)'dir. daha sonraki çalışmalar,
(bkz: dişi beyinli erkekler)
(bkz: erkek beyinli erkekler)
(bkz: erkek beyinli kadınlar)
(bkz: dişi beyinli kadınlar)
olmak üzere dört ana grupta sıralanmıştır.
öncelikle dişi beyin nedir?
(bkz: dişi beyin) görme, duyma, işitsel, empati, ve duygusal yönlerin ağır bastığı beyin tipidir. bu kişiler, mühendislik, matematik, ve daha çok teknik işlere yönelik işlerde başarısız olduğu bilinmektedir. bu kişilerin, daha sanatsal, müzik, resim, heykel vb sanat dallarında görsel işitsel ve el becerileri nedeniyle daha yatkınlığı bulunur. yani daha sanatsal ve estetik kişilikleri ön plandadır. beynimizin sağ tarafı

(bkz: erkek beyin) nedir?
erkek beyinli erkekler, ve dişiler, araba, motorsiklet, mühendislik mimarlık matematik fizik, gibi daha bilişsel hafıza gerektiren işlere daha yatkın insanlardır. sanatsal, aşk, romantizm, olmazsa olmazlarından değildir. iç güdüleri hayatta kalmak, teknik işleri ezberlemeyi daha kolay hale getirmektedir. empati duygularından daha yoksundurlar, net ve kesin kararlar verebilen, sözel muhakeme mantık analiz gibi yönleri gelişen kişilerdir.

dişi beyinler stres anlarında, kendileri ile konuşarak empati duyguları ile bunları yenebilirlerken, erkek beyinler kabuğuna çekilmek yalnız kalmak gibi eylemlere daha çok yatkındırlar.

beynimizin cinsiyeti anne karnımızda, annemizin aldığı beslendiği gıdalar, ve yaşam tarzıyla çok ilgilidir. eğer gebe annemiz gebeliği süresince ne kadar östrojene maruz kalmışsa o derece dişi beyinli, annemiz ne kadar testosterona maruz kalmışsa o kadar erkek beyinli oluyoruz..
bunu da uygulanış yöntemi şöyledir.
elimizin parmaklarını iyiyce açıyoruz, eğer yüzük parmağımız işaret parmağımızdan büyükse erkek beyinliyiz, birbirine eşitse dişi beyinliyiz, işaret parmağımız ne kadar uzunsa o kadar dişi beyinliyiz demektir...
tabi bu hastanalerde cihazlar ile ölçülmekte profesyonel olarak. ama evde kısaca bu şekilde anlayabiliriz.

şimdi beynimizin cinsiyetini öğrendiğimize göre,
bu temel farklara gelelim. dişi beyinli dişiler, mesela bebekler. insan yüzlerine seslerine daha odaklı veya, yanlarında bulunan başka bebeklerin ağlamalarına daha tepkili davranırlar. erkek bebekler, daha harekete odaklı, oyuna odakları davranışları vardır.
bu işaret parmağı ile, yüzük parmağı arasındaki fark beynimizde cinsiyeti oluşturan genler ile aynı gruptadır.

ancak, bu bilgilerin modern nörofizyoloji kaynaklarında ortaya çıkması ile yeni bir tartışma da ortaya çıkmıştır. beynin cinsiyetinin, yetiştirilmeden kaynaklı mı sonradan değiştiği, yoksa tamamen kalıtsal özellikler ile mi karakterin oluştuğu yönünde farklı ve birbirine oldukça zıt görüşler vardır.
yaradılış ile ortaya çıkan östrojen ve testosteron hormonlarının tamamen karakterde etkili olup olmadığı, tarihte ağırlıklı olarak etçil, ve östrojen kaynaklı beslenen toplumarda da incelenmiştir. konu hakkında fazlaca araştırma ve veri bulunuyor.
bunları vakit olursa ekleyeceğim.

nörofizyolojinin incelediği bu bilim dalı. toplumda, ve kişinin özgür iradesi olup olmadığını iddialarını da ortaya atmıştır. kimi nörofizyologlar optimist bakarak özgür irade kısmen de olsa kısıtlı da olsa vardır derken kimileri özgür iradenin olmadığına, kişiliğin karakterin günlük yaptığımız her şeyin beyindeki kimyasal tepkilerle değiştiğini/değiştirilebileceğini öne sürmüştür. konu hakkında araştırmalar deneyler çok sıkı bir şekilde devam ediyor. fırsat vakit olursa eklerim yorumlarız.
2
arcq and arc arcq and arc
sanırım yüzük parmağım işaret parmağımdan yaklaşık 7 mm daha uzun (bkz: swh)
anonim_kullanıcı_3 anonim_kullanıcı_3
Erkek beyinli dişi olduğumu bilim de söylediğine göre kadınlara karşı "cinsel fantezilerimin içeriği"nin nedeni hakkında aydınlanma yaşadım.

doktor

anonim_kullanıcı_4
bu gece doğum günüdür... doğduğu topraklardan çok uzaklarda, bu gece, evinde yarı icap nöbetiyle, çok sevdiği şarabı eşliğinde yalnız kutlamaktadır, sanki kutlanılacak mükemmel bir ömür geçirmiş gibi...

bu kadeh, hepimiz için..
şerefe dostlar..

3
yakasyrtk yakasyrtk
Kızlar Doktor'un evinde kalsanıza :d ve DGKO
johnny sins johnny sins
Nice mutlu yıllara doktor
okuryazar okuryazar
Kutlu olsun doktor

cinselliğin tarihi

anonim_kullanıcı_4
merhaba dostlar... hastaneden fırsat buldum biraz, cinsel sözlükte, cinselliğin tarihi ile alakalı biraz ufukları genişletici, uzun bir bilgilendirme yazısı yazacağım bu konuyla alakalı, baştan uyarayım, sonra bunu insan okuyacak demeyin.

bu sözlüğün en uzun entry'sini yazdıktan sonra, sözlükten biriktirdiğim 0,12 kuruşumu atm'den çekmeye gideceğim.
ve sonra, yazının sonuna kadar dayanabilenlere çikolata alıp kahve ısmarlayacağım.
haydi başlayalım..

cinselliği anlayabilmemiz için, bir zaman makinesine binip m.ö. 970'li yıllara gidiyoruz. bu dönemlerde genç hititler falan var ve hiçbir din henüz hakim değil (hristiyanlık, müslümanlık, yahudilik) anadoluda. bu dönemlerin antik kayıtlarını okuduğumuzda, cinselliğin bir tabu olarak görülmediğini, hatta mısır halkının ve anadolu halklarının cinselliğin ne olduğunu anlamaya çalıştığını bunun üzerine denemeler yazdıklarını görüyoruz. insanlar bu dönemde, yani bundan 3000 yıl önce cinselliğin tanrıyla bir iletişim şekli olduklarını, hiçbir şeyin bu kadar zevk veremediğini, ve bu sayede cinselliğin tanrıya ibadet etmekle bir alakası olduklarını düşünüyorlardı. eski asur uygarlığı kayıtlarını incelediğimizde hayvanların, birbirlerine çiftleşmek için kur yapmalarını kutsal olarak buluyorlardı. hayvanların bu ritueller için rengarenk şekillere bürünmesini, güzel sesler çıkarmalarını, dans etmelerini bir ibadet olarak algılıyorlardı.

halk için, cinsellik bu denli ruhsal, görsel ve dinsel bir açıdan şölen haline gelmişken, yöneticiler için işler farklı işliyordu. o dönemde herhangi bir teknoloji, olmadığı veya bilinmediği için 19. yy sonlarına kadar ''ne kadar askerin varsa, o kadar güçlüsün'' anlayışı hakimdi. ve yöneticiler, halkın üremesini büyümesini istiyordu. çünkü kente asker, tarım işçisi ve diğer ayak işleri için insan lazımdı. yani insan üretimi lazımdı. bu yüzden cinsellik, doğum, ve kur kutsal olarak görülmeliydi. kadının cinsel yönden tatmin edilmesi büyük maharet, erkeğin tohumlarını kadının içine boşaltması tanrıyı en çok onure edecek şeydi, kadınların memesi erkeklerin penisi kutsal şeylerdi. kadınların vajinasının içi, ve oradan çıkan bebek tanrının insanlara açmış olduğu bir pencere olarak görülüyordu.

yine o dönemde, herhangi bir ahiret inancı 'roma toprakları üzerinde bulunmuyordu'günahta yoktu ve o çok kutsal vaatleri bulunan semavi dinler de ortada yoktu. yani insanların ömürlerinin de bugünküne kıyasla yarı yarıya olduğunu düşünürsek, cinsellik kaçırılmayacak bir şeydi. roma'da cinsellik, ve insanların birbirine duyduğu cinselçekim tanrının insanları yaratmasındaki temel amacı, temel enerjisisi olduğu görüşü çok yaygındı. hatta bu öyle önemli bir enerji biçimiydi ki, sadece insanlara değil hayvanlara, ve tanrıların kendisine bile yasak kılınmamıştı. herkes bu zevki tadabiliyordu.

dönemde, cinsellik bugünkü gibi queer teorileri ile açıklanmıyordu, eşcinsel, aseksüel, heteroseksuel, lezbiyen gibi hiçbir tanım kullanılmıyordu. çünkü hristiyanlık olmadığı için kimse bu günah tanımlarını icat etmemişti. roma halkı istediği ile istediğini gönül rahatlığıyla yaşayabiliyordu. hayal etmek zor ama, cinsellikte iki tanım kullanılıyordu aktif ve pasif.. bugünkü gibi - olm bu eşcinseller yanacak amına koyim - lan bu eşcinsellik psikolojik bir şey ha- gibi abuk subuk cümleler kuran insanlar da yoktu (ne güzel lan) bu aktiflik ve pasiflik ögelerinin bazı kuralları da bulunmaktaydı. ülkenin soylularının, zenginlerinin, devlet yönetiminde olanlarının aktif olması, fakir ve yoksul insanın, tabaka olarak kendisinden aşağıda olanın, romalı olmayanın pasif olması gerekiyordu. tabii bunun da çok fazla kaçamağı yaşanıyordu. (** paris ve oğulları** ) yalnız olanlar da bugün bizim porno izlediğimiz gibi, çizimler, hikayeler yapılıp dağıtılıyordu. hatta romadan, mısıra bunun kervanlarla ihraç edildiğini dahi biliyoruz. sanatta, devlet yönetiminde, hikayede şiirde tiyatroda oyunda ve hatta orduda bile, her yerde cinselliğin özgürce yaşandığı bir toplum.. bunu tezahur etmek ne kadar da zor değil mi?

dönemde hristiyanlığın tohumları yavaş yavaş yeşerirken, yahudilik boş durmuyordu. kitaplar yazılıyor, insan kazanılmaya çalışılıyordu. dünyanın her yerine tebliğ mektupları diyebileceğimiz mektuplar yollanıyor, tek ve mükemmel bir tanrıdan bahediliyordu. hiç kimseye benzemeyen, doğmamış ve doğurulmamış, her şeyi her yerde gündüz ve gece görebilen her şeyi bilebilen kusursuz bir tanrı modeliydi. mektupların ilk gittiği romada insanlar bunu önceleri algılamakta çok güçlük çektiler, çünkü onların inandıkları tanrılardan yüzlercesi vardı. hepsinin birbirinden ayrı görevleri, birbirinden ayrı düşünceleri vardı. kimisi iyi, kimisi kötü, birbirileri ile savaşabilir hatta ölebilirlerdi.
bu fikir herkese henüz çok yeni geliyordu. bu tanrılar aynı antik mısırda ve çok tanrılı tüm toplumlarda olduğu gibi daha iyi yönetebilmek için önce görünmeyen insanlara elçilik veren kimselerdi, daha sonra insanlar tanrılık vazifesi kazandı. ve daha sonra da tanrılar da hırsızlık yapabilir aşık olabilir savaş kaybedebilir yani insana özgü olan herşeyi yapabilir hale geldi. ,

**buraya kadar gelen yazarlar benden bir çikolatayı hak ettiler.**

romada bu mektupların ve tek tanrılı dinlerin yankısı sürerken, yahudilik(musevilik) tevratta, tanrının şahaneliğinden bahsederken, tanrının cinselliği konusunda ağır eleştirilerde bulunuyordu. roma halkı buna uzun yıllar sıcak bakmadı, hem coğrafi olarak hem de tevratın insanların üzerine birden fahişe diye yüklenmesi insanları bu dinden soğuttu,
taa ki, museviliğin içinden kopan bir adam olan isa, babasız ve bakire meryemden doğana kadar. buradaki meryemin bakireliği dönemin azgınlığına bir gönderme olarak ortaya çıkmıştır. tarsusta ortaya çıkan bu din, isanın meşhur birini taşlayacaksak, ''ilk taşı günahsız olan atsın'' diyerek insanların kalbini kazanmayı başarmıştı. insanlara yahudiliğin yapamadığı hoşgörüyü ekrem imamoğlu gibi isa herkesi kucaklayarak yapmıştı. isanın havarileri isanın yaşayışını adım adım not ediyordu, hristiyanlık isanın ölümünden sonra ortaya çıkmış, bu yorumların derlenmesi ile oluşmuş ilk dindir. .

isa öldükten sonra tarsuslu paul dünyaya mektuplar yazmaya başladı, ''şehvet bizi öldürür, tanrının kurallarına bağlanalım'' gibi cümlelerle bütün dünyanın kalbini kazanmaya çalışıyordu. tarsuslu paul'un bu görüşlerinin belirlenmesinde aristo ve plutonun görüşleri etkili olduğunu biliyoruz. çünkü her ikisi de gerçek akıl sahibi olabilmek için şehvetten uzaklaşılmalı diyordu.
bu giden mektuplarla hristiyanlar romada yavaş yavaş yer bulmaya başlıyordu. hristiyanlar devlet yönetimlerinde yer almak istiyor ve buna gerekçe olarak, cinselliğin kendilerinde günah olduğunu ve hiçbir cinsel tahriğe kapılmadan ülke çıkarlarını gözederek çalışacaklarını beyan etmeleriydi. hristiyanlar yavaş yavaş romaya sızmaya devam ederken, romada seçim oldu ve ağustos ayına ismini veren agustus imparator oldu. agustus imparator olduğunda hristiyanlık çoktan devletin kademelerine yerleşmişti. halk çalkalanıyordu, toplum ne yaptığını bilmiyordu, yaptığının sevap mı yoksa günah mı olduğunu hala anlamamıştı.

agustus toplumdaki bu ahlaki bozulmanın önlemini almak için, kadınların kocaları dışındaki biriyle cinsel ilişkiye girmesini yasakladı. bir koca karısını başka bir adamla yakalarsa hem kocaya tecavüz edebilme hem de kadını öldürme yetkisi verildi.
bu karar elbette paul'un bütün dünyaya mektupları ve hristiyanlığın çok organize bir din olması ile mümkün kılındı. paula göre, inanlar bedenlerinde kutsal bir ruh taşıyor ve tanrı onlara bir parlaklık sağlıyordu. hristiyanlık tarihinde sadece o döneme özgü olan inanıyorsan tanrı senin içindedir, sen bir kilisesin mantığı da ortaya çıkmış oldu. paul önce havarilere cinselliği yasaklasa da, daha sonra tek eşli kalmayı mümkün kıldı. daha sonra azizler yani ruhban sınıfı evlenemez hale geldi ama bu kez de boşanma yasaklandı. ölene kadar o eşle kalma zorunluluğu geldi. elbette roma bu dine hoşgeldiniz canım buyrun şuraya geçin diyerek kabul etmedi. hristiyanlık paul döneminde çok ağır eleştriler ve baskılarla karşılaştı. ruhban sınıfı öldürüldü, azizler ile alay edildi, inanlar aptal yerine konuldu romalı askerler kiliseleri kapattılar. romalı askerler kiliseye kapanıp ayin yapan hristiyanlığı, ölülerle seks yapmakla, adet kanı içip, hayvanlarla seks yaptıkları yönünde çok ağır dedikodularda bulundu. ve ilk defa cinsellik aşağılayıcı ve hakaret söylemi olarak kullanılmış oldu. romalı askerlerin inanan grubu aşağılamaları halk arasında sıkça kullanılmaya başlandı.

hristiyanların romada devletin üst mertebelerine geçmeye devam etmesi ile halkın sevgisini ve beğenisini kazanmaya yol açtı. toplum daha hristiyanlığa daha ılımlı ve normal bakmaya başladı. hristiyanlar ise biz masumuz kardeş, bizim devletin ve toplumun dinamikleri ile oynama gibi bir derdimiz yok biz sadece tanrıyı tebliğ ediyoruz diyorlardı. biz kandırılmayız, bizi kadınlar ile kandırılamayız biz ahlaklıyız diyerek topluma suni bir ahlak algılayışı pompalamaları ile beraber yıllar geçtikçe toplum da lan bu adamlar hakikaten, ahlaklı ha güvenilir adamlar demeye başladılar. romadaki soylu köle kavramları gittikçe kadın erkek kavramlarına dönüşmeye başlıyordu. soylular içinde erkekler kadınlardan üstün duruma, köleler içinde erkekler kadınlardan üstün duruma geçmeye başlamıştı. gittikçe daha cinsiyetçi bir hal alıyordu. topluma yıllarca yedirilen bu suni ahlakla beraber insanların fikirleri de değişiyordu, insanlar romalı devlet adamlarını daha güvenilmez bulmaya başladılar. hristiyanlar ise, işin en kolayını bulup romalı devlet adamlarını fahişelerle bastırıp işlerinden ediyorlardı ve bu sayede daha hızlı yayılma imkanı buldular. bu yıllar süren kısıtlamalar ile insanlar artık tamamen, seksi tanrının bir lütfundan, çocuk yapmak için bir amaç haline getirmişlerdi. cinselliği bunun için yapmayan kişiler ahlaksız olarak nitelendiriliyordu. bir kişinin ahlağına bakmak için önce cinsel yaşamı soruluyordu. insanlar cinselliği kapalı kapılar ardında yapmasa da, artık toplumda konuşmaktan bile çekinir hale geldiler. hristiyanlık kilise ve azizler bu dünyada yaşayamadığınız her şeyi ahirette yaşayacaksınız diyerek yüzyıllarca bir bilinç oluşturdular. cennetin ne kadar muhteşem cehennemin ise ne kadar korkunç olduğunu anlattılar. isanın doğumundan artık 600 yıl geçmişti, bu kez de ortadoğuda sahneye puta tapan toplumları dize getiren, islamiyet çıkmıştı. cinsellik islamiyette o kadar baskılanmıştı ki, romada hristiyanlara kıyafet özgürlüğü varken islamiyette kadınların örtünmesi isteniyordu. artık kadının yeri tamamen, cinsellikle bir tutulur hale geldi. artık cinsellik, günlük hayat rutininde bile konuşulmamaya günah ve ayıp sayılmaya başlandı. hiç kimse bacak, göğüs, demiyordu. kadın, tamamen cinsellikle bir tutulur bir vaziyete geldi. cinsellik yıllar geçtikçe bir tabu haline gelmeye başladı, insanlar cinsellik yaşamak için evlenmek zorunda bırakıldılar. zina yapanlar taşlanarak öldürülüyor ve kafası kesiliyordu. bunun yapılması cinselliği daha da büyük bir tabu haline getirdi. kendi cinselliğini kapalı ve görünmeden yaşayanlar çok namuslu, uluorta yerde yaşayanlar namussuz ve ahlaksız olarak görüldü.

bu ahlaksızlık toplumun her noktasına ilmek ilmek işlendi. insanlar onuru şerefi gururu unutup, ahlakın cinselliğe indirgenmesi ile, cinsellik ile ilgili şeyleri hakaret olarak kullanmaya başladılar. birbirleri ile cinsel ilişkiye girmeyi hakaret olarak kullanmaya başladılar. şimdilerde onursuz gurursuz şerefsiz cesaretiz gibi sözler argo bile algılanmaz hale geldi. tabii benim bu yazdıklarım olayın özetinin özetinin özeti..


yani kısaca dostlar, bu hikayenin en çok yaralananı kadınlar oldu. her gelen kadınların hürriyetinin üzerine bir toprak daha attı ve, sonunda kadınların bireyliğini, hürriyetini topluca gömmüş olduk.


sonuna kadar gelenlere bir kahve sözüm hala geçerli... :)
2
ilhampipisi ilhampipisi
Ekram imamoglu ne ustat 😂. Klavyene parmagina saglik, oldukça yeşillendirici bir yazıydı👏
odipus odipus
hem çikolatayı hem de kahveyi hak ettik. imamoğlu isa benzetmesi güzel:))) anladığım musevilik türevi dinler gelmeden önce ortam daha şenlikliymiş. tevrat ve psikopat tanrısı sağlam terör estirmiş cinsellik üzerine. isa sevgi dolu çiçek çocuk olarak yumuşatmış, haydi gelin bir olalım baba bize merhamet edecektir demiş, daha doğrusu paul demiş:) işin ilginci arkadaşların dikkatini çekiyor mu emin değilim, kocaman dinler adeta önce mesai çıkışı bilardoya gidelim iki de tek atarız türü küçücük arkadaş grupları halinde başlıyor, sonrasında mikro bir tarikat ve yeterince sonrasında koskoca romayı ele geçiren bir paralel yapı/fetö var :) tevrat türevi son dini yeterince bildiğimizi varsayıp oraya hiç girmiyorum:)

korkular fobiler ve takıntıların nedenleri

anonim_kullanıcı_4
(bkz: korku) nedir?
bu yazıda korkulara evrimsel süreçte yaklaşacak, bilimsel olarak ele almaya çalışacak ve korkularımızın kaynaklarına cevaplar arayacağız..

öncelikle düşünürler korku için ne demişler onlara bakalım;
“Korkunun kaynağı gelecekte yatar. Kim gelecekten kurtulmuşsa, korkacak hiçbir şeyi yoktur.” - Milan Kundera
“Korku işe yarayabilir ama korkaklık hiçbir işe yaramaz.” - Mohandas Gandi

korku temelinde evrimsel sürecin, 'bu da sana hayatta kalman için' bir armağandır dediği, çok faydalı bir duygudur. tıbbi açıdan korkan insanda, titreme, terleme, benzi solma, kalp çarpıntısı yaşanır...
her şeyi en başa alalım...
biz doğduk, evet ilk doğduğunuz zamanları gözünüzde canlandırın. ufacık bir bebektik henüz, ve dünyanın en cesur insanı ne bir şovalye ne bir kral ne de bir insan tanrıydı. dünyanın en cesur insanı o an bizdik. çünkü o gün hiçbir korkumuz yoktu. korkuyla henüz tanışmamıştık. ve bu cesaret abideliğimizi 1 hatta 2 yıla kadar uzatabiliriz. önceleri beynimiz, sadece birincil bakıcılarımızı (annemiz) tanıyabilecek kadar gelişmiş olduğu için, ona karşı tepki vermeye başlarız. tepki verdiğimiz irkildiğimiz şeyler tamamen, yüksek ses ve aniden beliren nesnelerdir. aylar geçtikçe, nesnelerin kalıcılığını ve nesnelerin nedenselliğini öğrendik. ve sonra 2 yaşımıza yaklaştık boyut kavramı gelişmediği için. belirsizliklerden korkmaya başladık. ve küçücük olduğumuz için büyük hayvanlardan, karanlıklardan, belirsiz sesleren korkmaya başladık.
3-4 yaşına geldiğimizde ise, gelişen hayal gücümüz nedeniyle, canavarlardan, ruhlardan perilerden, kendimizin veya yakınımızın başına kötü bir şeyler gelmesinden korkarız. hayaletlerden cadılardan etkileniriz. fiziksel bireyselliğimiz henüz olmadığından yalnız yatmak çok korkutucudur.
5-8 yaşlarında ise, insanlardan korkmaya başlarız, doğaüstü varlıklardan, gök gürültülerinden yalnız yatmaktan, kendi oynadığımız oyunlardan korkma eğiliminde oluruz. daha ilerleyen dönemlerde uçak kazalarından, ailemizin başına bir şey gelmesinden, endişeleniriz... 5 ila 7 yaşın altındayken, beynimizde prefrontal kortekslerindeki entegrasyon eksikliği nedeniyle cesaret gösterme yetimiz yoktur. Tek seferde yalnızca bir yoğun duyguyu hissedebiliriz, bu yüzden korkularımız bizi bunaltabilir ve sinirlenebiliriz, karşı koyabilir veya saldırganlaşabiliriz...

peki bütün bu korkularımızın kaynağı nedir?
yukarıda bahsettiğimiz gibi korkuya anlam yüklememiz çok sınırlıdır, çocuğa o şeyden zarar gelmesi, yakınlarından birinin ondan korkması, korkulan şeylerin doğal materyallerle ilişkisi olması. gibi. mesela en çok korkulan fobilerden biri karanlık ve köpek korkularıdır. küçüklüğümüzde birileri bizi karanlıkta tam da önemli yaşlarda korkutmuşsa, veya köpekler bizi ısırmışsa saldırmışsa ileride karanlıktan ve köpeklerden korkma eğilimi gösteririz.

hepimiz için hayatımızın belli dönemlerinde, babamızı birer süper kahraman, annelerimizi dağ gibi arkamızda duran figürlere oturttuk. babalar hiç hastalanmaz, anneler her şeyi halledebilir.. bu uğurda anne ve babaların yüksek ölçüde fobisi haline gelmiş şeyler, çocukta'Da aynı şekilde gözlenebilir. babanızın yükseklik korkuları vardır siz de önemli yaşlarda buna şahit olursanız, babam benim için kahraman, babamın korktuğu şeyden benim de sakınmam lazım diyerek bir fobi geliştirebilirsiniz. veya özellikle din ve inanç korkusu. görünmeyen bir varlığın insanları cezalandırdığı ve ödüllendirdiği korkusu insanlarda ömürleri boyunca tanrıya karşı bir korku acaba yaşatabilir. hatta bütün bunlardan bağımsız, küçükken korku filmi izlemişseniz, o korku filmlerindeki alakasız temalar sizin fobiniz hale gelebilir. mesela bir korku filmi ıssız bir otoparkta geçiyorsa, ileriki yaşlarınızda sessiz otoparklardan korkmaya başlarsınız. denizde yaşadığınız bir facia, sizi havuzlara karşı fobi sahibi yapar. nefessiz kalmaya, duş alırken bile korkarsınız.

ancak, korkular bizim evrimsel süreçte hayatta kalmamızı sağlayan temel etkenlerden biridir. daha çok korkmak, daha çok saklanmaktır. saklanmak, hayatta kalmaktır. hayata kalabilmek genlerini bir sonraki soya aktarabilmek demektir. bu süreç bugün için de aynen değişmemiştir. hayatında korkuları olmadan yaşayanların daha az hayatta kaldığı yönünde araştırmalar vardır. ölmekten korkmayan insan, önlem almadan yaşar. daha hızlı araç kullanır, daha çok yara alır ve ölüm riski artar. öldüğü içi genlerini bir sonraki soya aktaramaz...

korku, hem kendimiz için hem de yakınlarımız için alarmda ve sağduyulu olma yetisini bizlere kazandırmıştır. hiçbir korku ve ağrı hissetmeden trafik kazası yapmış olsaydık. hiçbir korkumuz ve canımızın yanması olmadan ateşe dokunabilseydik hem kendimiz hem de sevdiklerimiz bundan büyük zarar görürdü. gerçek korku, ''kaza ve hayati durumlarda önlem almayacak adar az, tepkisiz kalacak (donakalacak) seviyede de fazla olmamalıdır''

tıbbi açıdan korkular 3 ana gruba toplanır bunlar;
genel korku bozukluğu
panik bozukluk
fobik bozukluk

(bkz: genel korku bozukluğu)
anksiyete de denir. her 100 kişiden 5-6 kişide bir görülen bir durumdur. yaşla beraber görülme sıklığı artar. genelde hiçbir neden yokken, veya nedenler korkularla anlamsız ve çelişkili olduğu durumlarda görülür. kişiler, aşırı endişe içerisine kapıldıklarının farkındadırlar ancak, bunu yenemezler. titremeler, seyirmeler, sıcak ateş basması, yorgunluk sersemlik gibi belirtileri olabilir. nedenleri ise, kaygılardır..

Panik Bozukluk
aniden beliren, ve insanı dehşete sokarcasına titreten, bir kriz anı ve bir korku nöbetidir.
bu krizlere çoğumuzun aşina olduğu şekli ile panik atak diyoruz. sebepsiz yere aniden başlar 30 dakika kadar insanı krize sokar ilk 10 dakikası içerisinde maksimum düzeye ulaşır. sebebi ise, ölme, felç geçirme veya atağın tekrar başlayacağını zannetme gibi çok çeşitli nedenler yatar. bu konuya ayrıca panik atak başlığında uzun uzun belirteceğim. şimdilik kısaca geçiyorum.

fobik bozukluk
bunun da kendi içerisinde üç tipi vardır. agorofobi, özgül fobiler, sosyal fobiler. (bunları da ayrı ayrı kendi başlıklarında açıklayacağım)
agorofobi: evden çıkamama, kalabalık ortamlara girememe tünele girememe sinemaya, uçağa, asansöre binememe korkularıdır.
özgül fobiler: en yaygın olanları, kan, enjeksiyon, kaza, yılan, kedi köpektir. özgül fobilerde insanlar, fazla dürtülendiğinde çoğunlukla bayılırlar. ciddi fobilerdir.
sosyal fobiler: medeni cesaretsizlik, toplumda küçük düşme, toplum önünde bir şey yapamama korkusu. aslında hepimiz bunu yer yer yaşıyoruz. bunun da iki tipi vardır.
yaygın sosyal fobi, özgül sosyal fobi

dünyanın neresinde olursak olalım, insalığın ortak korkuları vardır. bu korkular genel olarak, yılan, gök gürültüsü, örümcek, uçak ve yükseklik, köpek, deniz, delik görme korkusu, kalabalık, doktor ve enjeksiyon korkularıdır..
her şeye rağmen, korkularımız sayesinde evrimsel olarak bu günlere kadar gelebildik. ne mutlu korkabilenlere...

körelmiş organlar neden kuyruğumuz var

anonim_kullanıcı_4
hayvanlar için kuyruk denge, tutunma gibi işlevlere sahiptir. ayaklı olan hayvanlar için kuyruk el ve ayaklar kadar hayati önem taşıyan bir organdır.. hepimizin vücudu binlerce yıllık bir evrimin ürettiği bir beden. aynı 20'li yaşlarda dişlerimizin çıkması, apandisit, darwin noktası,Jacobson Organı ve tüylerin ürpermesi gibi, kuyruk sokumumuzda bundan nasibini almıştır. aslında hepimizin kuyruğu var. hem anne karnında..



gebeliğimizin 4. haftasında, embriyomuzda kuyruk üretimi aktive olur . 31-35. günde kuyruğumuz en belirgin ve en büyük seviyeye ulaşır. embriyonun daha sonraki gelişiminde bu büyüme durur ve kuyruk apoptosisi (programlı hücre ölümü) sayesinde kuyruğumuz yok olur. ancak Apoptoz (programlanmış hücre ölümü) genleri, genetik mutasyon nedeniyle kapanır veya değişime uğrarsa bu apoptoz gerçekleşmez ve bebek kuyruklu şekilde doğar.



doğumda yok olan kuyruk, Oliyosen Dönem'inde (23 milyon yıl önce) yitirilmeye başlanmıştır. atalarımızın ağaçlardan yeryüzüne inişi ile beraber kullanılmayı yavaş yavaş yitirmiş iki ayak üzerinde durmamızla evrimsel süreçte yok olmuştur. bugün hala kuyruk sokumu bölgemizdeki kıllar, ve bazı mutasyonlar neticesinde bu genleri üzerimizde taşıyoruz...
2
magnum1985 magnum1985
Teşekkürler bilgilendirme için.
mermaid mermaid
Hocam kuyruklu doğan bebekte ki o kuyrukta sinir var mı kuyruğunu hissedebilir mi veya hareket ettirebilir mi

götüyle bira servisi yapan kadın

anonim_kullanıcı_4
şimdi kendisini ifşa etmiş gibi olacağım ama. vedat abi affet. :)
anestezi sempozyumu oldu londra'da. türkiyeden biz de gittik. burada ne yiyelim diye bakıyoruz internetten, biraz da aceleye geldi seyehatimiz.londra'da hoxton grill diye ünlü bir yemekli birahane var oraya gidelim dedik. gittik oturduk arkadaşımla beraber orada ızgara yiyoruz, bira aynı bu kadının yaptığı gibi sunum yapılıyor. kadın kalçalarının arasına sıkıştırdı doldurdu, gülüştük aldık içtik falan. tam kalkacağız, baktım uzaktaki bir masada garsonlar toplanmışlar, biz de ne oluyor diye falan göz attık, baktım bizim vedat milor. neşelendik aramızda, gidip tanışalım mı falan diyoruz, vedat abi garsonlara yine onu getirin bunu getirin şunu beğenmedim diyor geri yollattırıyor. bir görseniz sanki dük gelmiş restorana nasıl kral gibi davranıyorlar adama. tam kalkacağız masasına, karşısındaki restoranının sahibi olduğunu düşündüğümüz kel adam, vedat abiyi bara çağırdı. eliyle gel gel diyo, vedat abi yok yok diyor. en son vedat abi ince adamdır kıramadı kalktı bara gitti. ama biz de ne olacak acaba diye film gibi izliyoruz. vedat abi hanımefendiye selam verdi, restoranın sahibi eliyle hadi dedi sunuma başla. kız barın önünde iki striptiz yaptı, kalçaları açtı bardağı koydu, vedat abiye bakıyorum eli titriyor. artık neyden bilmiyorum. o kadar kibar bir adam ki, utandığı çok belli oluyordu. neyse, kadın barın üzerine çıktı musluğu açtı birayı kallavi bir şekilde doldurdu taşırıyor. köpükler akıyor üzerinden. kurban olduğum vedat abi de ne yapacağım diye, kel adamın suratına bakıyor. al al dedi adam. vedat abi, ay nasıl olur ki falan ayaklarına yatıyor. buyrun buyrun diyor adam lütfen alın. vedat abi kadının kalçalarına dokundu, bardağı çekti aldı, bir utanışı var. sanki kendisinin götünden almışlar, bardağı. sonra gittik tanıştık. masamıza geldi, biraz sohpet ettik ve oradan ayrıldık.
vedat abiye dedim ki, abi niye utanıyorsun kimse yok zaten. vedat abi bana baktı, bak karşı masada eşim oturuyor, ona karşı ayıp olmasın diye bakamam dedi. yahu adamdaki inceliğe zarafete gel. e dedim neden aynı masada değilsiniz. işimi çabucak halledip, eşimle daha uzn vakit geçirebilmek için. onu da sıkmaya gerek yok masada şimdi dedi. cevabın güzelliğine gel..
vedat abi çok incesin çok güzelsin.

uyuşturucu maddeler üzerine incelemeler

anonim_kullanıcı_4
sevgili yazar dostlarım, bu geceki konumuz, uyuşturucular.
yine savaş ay ve a takımı tarzında, uyuşturucuların inine gireceğiz. uyuşturucuların birbirinden farkını inceleyeceğiz. Birbirlerine göre etken maddelerini görecek, insan üzerinde ne gibi etkiler yaptıkları konusunda bilinçleneceğiz. uzun bir macera bizi bekler.
kokain, eroin, lsd, amfetamin, nikotin, esrar, efedrin, taş (crack), , metamfetamin, bonzai, kahve, çay, kola vb. uyuşturucuların derinlemesine incelemelerini yapacağız..

-- sözlüğe şafak operasyonu yapılmasına karşı uyarı --
UYARI: '' Bu Yazı Kişisel Deneyimler Sonucu Değil, Bir Hekim Gözüyle Bilgilendirme Amaçlı Yazılmıştır. Uyuşturucunun Her Türlüsünün Kullanımı Yasaktır Zararlıdır Kulanmayınız Kullandırmayınız''

kişinin özgürlüğünü, özerkliğini, ortadan kaldıran her şey bağımlılıktır. bu bağımlılıklar genelde bir madde üzerinden konuşulur. bu maddeler yukarıda yazdıklarımız gibi psikoaktif keyif verici maddelerle ilgilidir. kişi yaşamını, bu maddeleri bulmaya harcıyor ve her bulduğunda bu maddeyi kullanım dozu artıyorsa (tolerans), maddeyi kullanmadığında kriz, ve yoksunluk sendromu denilen durumları yaşıyorsa bu kişiye bağımlı diyoruz. bu bağımlılığı oluşturan maddeler çok çeşitli olabilir.

beynimizin içinde dopamin dediğimiz nörotransmitter ile beraber çalışan nucleus accumbens denilen bir bölge vardır. bu bölge beynimizin ödül mekanizmasıdır. mesela çok güzel bir yemeği canımız ister, ve üzerine o yemeği yersek bu bölge aktif hale gelir zevk dediğimiz duyguları yaşarız. bu nucleus accumbens bölgesi beynimizde trigger zone bölgesi ile sürekli ilişkili çalışır. bu trigger zone bölgesi kanda bulunan çeşitli kimyasallara tepki vermekle yükümlüdür. dopamin reseptörü olarak çok zengin bu bölge uyarıldığında, mide kaslarını gevşeterek kusmaya sebebiyet verir. evrimsel süreçte zararlı ve yabancı bir şey yediğimizde bu kusmamıza sebebiyet verir. hatta yol tutması araç tutması dediğimiz olay da denge problemidir. bununla ilişkilidir.

özellikle eroin bağımlıları, eroini kullandıktan sonra bu trigger zone bölgesi uyarılır hale gelir ve kişiyi kusturur. bu sebepten dolayı eroin bağımlıları eroini kullandıktan sonra kusmamak için sola doğru yatarlar.
isterseniz önce en çok kullanılan uyuşturucu olan sigaradan başlayalım.

1. bölüm sigara, çay ve kahve.

sigara
tütünün sigara şeklinde içimi, beyindeki dopamin (zevk) reseptörlerine ulaşmanın en kolay yoludur. sigara dumanı ile alınan nikotin, eğer bütün reseptörleri doldurmuşsa daha fazla sigara içmek, reseptörleri daha fazla doyurmaz. zaten 1 dal sigara beyindeki bütün nikotin reseptörlerini doyurmak için etkilidir. sigaraların uzun veya kısa olması daha büyük zevk vermeyi sağlamaz. kişinin bir dal sigaradan sonra reseptörlerini tekrar uyarıp zevk alabilmesi için aradan 45 dakika gibi bir sürenin geçmesi gerekir. bu da günde 16 saat uyanık kalan bir insan için günde 20 dal sigaraya denktir. bütün sigara paketlerinde de standart 20 adet sigara olmasının sebebi budur. kullanım arttıkça, beyindeki reseptör sayısı da arttığı için doz giderek artıyor.
sigaranın (diğer tüm bağımlılıkların) ilk içiminde olduğu gibi kafa yapmamasına tasiflaksi denir. ne yaparsanız yapın ilk içtiğiniz hazzı yaşayamazsınız. ve o eşik gün geçtikçe artar..
sigaranın gebe kadınlara da çok kötü etkileri vardır. anneden süt vasıtasıyla etken zararlı maddeler bebeğe de geçer. zeka ve büyüme geriliği, ileri dönemlerde ön motor becerilerinde eksiklik, hatta kronik sorunlara bile yol açar. sigara, cinsel yönelim olarak beynimizde hipotalamus bölgesinden gnrh dediğimiz bir salgıyı da uyarır. bu salgı kadınlarda erken ovuluasyona sebebiyet verir. burada tecavüz ve istismara uğrayan kadınların gebe kalmasının kolay olması adında çok yeni bir çalışma mevcut, bunu eklemeyceğim tartışmaya açık bir konudur. ama gebe kalma riski ''kısa vadede'' artabilir. otonom sinir sistemini de uyararak, sindirimi hızlandırır. içildikten 10--15 dakika sonra ansızın tuvalete çıkma ihtiyacı hissettirir.


çay ve kahve
,çay ve kahvenin içinde bulunan etken madde metilksantinlerdir ( Teofilin (çay), Kafein (çay ve kahve)
bu madde beynimizdeki bütün günün yorgunluğu zaten üzerimde, dur şuraya serileyim diyen adenozin salgısının yerine kafein olarak bağlanarak, bizi dinç ve ayakta tutmaya yarar. kas kasılmalarını hızlandırır, solumu genişletir, çarpıntı yapması bu yüzdendir. midede sfinkter dediğimi kusmayla aynı olan kas bölgesini uyararak reflüye sebebiyet verir çoğu zaman. ama çay ve kahvenin adenozinlere bağlanarak sadece kişiyi ayakta tutma aksiyonu arttırma hissi bulumaktadır. bunun dışında herhangi bir etkisi yoktur. (zihin açma, hafıza güçlendirme vs). dünyadaki en büyük bağımlılıklarda 1. sıradadır.

Eroin
Bağımlılıklar içerisinde, en kolay yakalanılan tek bir dozu bile çok yüksek şekilde kişiyi ağına düşürmeye yeterli bir maddedir. etken maddesi diasetil morfindir, ve morfinin kendisinden 6 kat daha hızlı beyni aktive eder. afyon bitkisinden morfin, morfinin işlenmesinden diasetil morfin üretilir. kullanan kişi iyilik hissine kapılır.
etkisi 4-6 saattir. tedavisi zordur, bunu tedavi etmek için verdiğimiz ağır uyuşturucular bile ayrı bir tedavi gerektirir.
eroin bağımlıları eroini vücuduna damar ve solunum yolu olmak üzere iki şekilde alırlar. bağımlılar sürekli yorgun ve kişisel bakımlarını yapamazlar ve sürekli kilo kaybederler. dışarıdan kötü bir görünüme sahiptirler. sedatif bir madde olduğundan, kişide coşku neşe sevinç rahatlama gevşeme serilme gibi etkenler görülür. içildikten hemen sonra göz bebekleri büyür, burun akıntısı, terleme ishal ve ateş görülür. ülkemizdeki eroinin çağırma kod adları genelde beyaz peynir, beyaz ve kaşardır.

Ekstazi - Ecstasy
ilk ana etken maddesi metilendioksimetamfetamin'dir. beyinde bulunan bütün seratonini salgılatır. ilk alındığında 30-40 dakika içinde etkisini gösterir. kişide, mutluluk neşe coşku rahatlık, zindelik gibi etkileri vardır. ama bu tamamen aldatıcı bir durumdur. etkisini yitirdikten sonra beyindeki bütün serotoninin salgılanmasına bağlı ağır depresyonlar yaşanır. ilk 30-40 dakika içinde acı eşiğinde yükselme, diş sıkma, göz bebeklerinde aşırı büyüme ve hareketlilik, cinsel iktidarsızlık, ve iştah kaybı yaşanır. ekstazi kullanımında, aşırı su kaybı oluştuğu için, bağımlıların su tüketmeleri gerekir. ancak bu su tüketimi çoğu zaman aşırıya kaçtığı için hiponatremi dediğimiz ölüme kadar gidebilen su zehirlenmesine sebebiyet vermektedir. bağımlılar hapı oral yolla aldıktan sonra, ani bir adrenalin boşalması yaşar. kendilerini çok enerjik hissedip, ses, görüntü koku ve dokunsal faailiyetlerinde hassasiyetleri artar. özgüveni arttırır.
ülkemizdeki ekstazilerin tamamı sahtedir ve resmen uyuşturucu değil bir zehirdir içerisine, depolarizan(kas gevşetici), arsenik(fare zehri) eklenerek sahte bir kafa yaşamaya sebebiyet verir. gece kluplerinde, yoksul mahallelerde çerez gibi satılmaktadır. bu kişiler bu tarz şikayetlerle hastaneye gelseler bile herhangi bir antidod (zehirli maddenin etkisini azaltacak madde) olmadığı için, gözlerimizin önünde ölmekteler. renkli renksiz baskılı ibadullah çeşidi bulunmaktadır. bu maddenin, bir üst segmenti ise kokaindir. ülkenin zengini kokain kullanır, fakiri ekstazi adı altında satılan zehri kullanır. aşırı doz alımında, bayılma nöbet geçirme, bilinç kaybı, panik atak gibi sorunlara sebebiyet verir. antidodu bulunmadığı için psikoterapi ile bıraktırılmaya çalışılır. ülkemizdeki çağrılış kod adı, şekerdir.

Kokain
En fazla bağımlılığı olan ve kullanıldığı an etkisini gösteren bir maddedir.
güney amerikada yetişen, uyarıcı olduğu için yaprakları çiğnenen Erythroxylon coca bitkisinden üretilen bir alkoloididir. ve 1880'de ilk defa anestezik madde olarak kullanılmıştır. Vazokonstriktif ve analjezik etkilerinden yararlanmak üzere halen göz, burun ve boyun cerrahisinde lokal anestetik olarak kullanılmaktadır. 1884'de kokainin genel farmakolojik etkilerini içeren bir çalışma yapan Sigmund Freud'un biyografisini yazanlar Freud'un bir süre için kokain bağımlısı olduğunu belirtmişlerdir. kokain, kullanıldığı anda etkisini gösterir. ve dışarıdan bakan bir kişinin, kokain kullanıldığını anlaması mümkündür. kokaini kullanan kişilerin ve uzun vadede kullanımında, kişiler hayatlarının amacını yitirdiğini düşünmeye başlarlar. kullanımı sonrasında yoğun mutluluk ve neşe yaşanır, buruna çekme yolu en sık tercih edilen yoldur. enjektör yolu ile kullanılacaksa kokain suda bekletilir, ve enjekte edilir 10 sn içinde etki eder. hatta camlar toz haline getirilip eroin ile karıştırılarak burundan çekilmesi yöntemleri de vardır. (cam burun damarlarını kesip, kokaini kana karıştırsın diye) ünlüler arasında yaygındır, sokak havyarı olarakta bilinir. daha sonraları yoğun depresyonlar ve bunalımlar başlar, bağımlılar maddeye sahip olabilmek için her şeylerini feda edebilirler.

Esrar
dünyanın en yaygın kullanılan yasadışı maddesidir. Esrarın en etkili formu haşhaş denilen bitkinin çiçek bölümünden veya yapraklarındaki kuru, kahve-siyah, reçineli sızıntısından elde edilmektedir. esrar sigara gibi içildiğinde öforizan etkisi hemen görülür, 30 dakikada en yüksek seviyesine ulaşır, 2-4 saatte sonlanır. kullanan kimselerde, göz kızarıklığı çarpıntı ağız kuruluğu en yaygın belirtiler arasındadır. kronik kullanımında testosteron düzeyi ve sperm sayısının azalması, kadınlarda kısırlık ve yeni doğan bebeğin düşük doğum ağırlığa sahip olması görülebilir. D ikkat ve tepkilerde yavaşlamaya sebep olur. Esrar bağımlılığının huzursuzluk, uykusuzluk, iştah azalması, kilo kaybı ve tahammülsüzlük gibi psikolojik ve fizyolojik yoksunluk belirtileri vardır.
Kişi esrarı kullandıktan sonra sebepsiz yere gülmeye başlar, denge kaybı, reflekslerde yavaşlama olur, Uzun süre ve yüksek miktarda esrar kullanan kişilerde birkaç gün süren halüsinasyon, duygusal gel-gitler ve bilinç bulanıklığı da yaşanmaktadır.

Taş (Crack)
Kokain hidroklorik formuna sodyum bikarbonat (kabartma tozu) veya amonyak ve su eklenerek elde edilen formudur. Toz halinde olan kokainin küçük taşlara benzeyen şeklidir. çok Hızlı sürede etki gösterir ve ilk kullanımdan sonra bağımlı olma riski çok yüksek olan bir maddedir. crack(taş) kokainin en güçlü ve en tehlikeli formudur. Kokaine göre etkisi daha çabuk gelişmeye başlar ve ölümcül olma durumu daha fazladır. kokaine sahip olan kişiler kullandığı için, kullananların maddi durumları iyi olmak zorundadır.
yakılıp dumanı sigara gibi içe çekilierek kullanılır. 10-15 saniye içerisinde etkisini gösterir. taş(crack) kişiyi mutsuz, huzursuz ve endişeli hissetirir ve bağımlı daha çok içerek bu etkiyi geçireceğini zanneder. kullanımında sürekli dozu artar. uykusuzluk, kabus görme, anskiyete yapar. uzun süreli kullanımlarında, beyin damarlarında tıkanma, felç, kan damarlarında tıkanma yapma riski çok yüksektir. ülkemizdeki çağırma kod adı, çakıl, taş, mücevherdir.

bu bağımlılıkların dışında antipsikotik ilaçlardan çoğunun el altından satıldığını biliyoruz. mesela rivotrilin cesaret hapı diyerek piyasada roj diye satıldığının bilindiği gibi. adrenalini taklit eden amfetaminlerin ve metamfetaminlerin merdivenaltında üretilip satıldığı bir ülkede yaşıyoruz. ayrıca anestezi bölümlerimizde bu saydığım uyuşturuculardan yüzlerce kat daha etkili karışımlar ve ilaçlar bulunuyor. bunların da ayrı bağımlılığı vardır. mesela piyasa aldolan dediğimiz ilacın bağımlısı kaynamaktadır. doktor ve hemşirelerden de aldolan bağımlısı çok çıkmakta. hastanelerde yerlere yatıp aldolan isteyenler sistemlere yazılıp bir daha herhangi bir hastanenin acilinde kendisini kesse bile verilmemesi gerektiği şartı koşulmuştur. . maalesef uyuşturuculardan yatırdıklarımızın çoğu ellerimizde ex olmaktadır...
içmeyelim içirmeyelim efendim..
yazının sonuna kadar gelenler bir alkışı hak ettiler.

beni acile gönderen seks

anonim_kullanıcı_4
çalıştığım hastanenin 2. Acil servis doktorunun, Hasta kocasını getiren kadınla odasında oynaşmasını fark Eden kocanın, sinirlenip damar yolunu aniden çekerek doktorun suratına kendisinde bağlanan izotonik sodyum klorür serumunu fırlatması. ve doktorun tedavi altına alınması ile biten süreçte, hastane acilinde başka doktorun kalmaması nedeni ile evimde dip dibe oturduğum hastaneden zile basılarak hocam bu gecelik yardım eder misiniz diye beni acile davet etmeleri.. benim sabaha kadar 300'den fazla hastaya bakmam..
Beni acile gönderen seks, budur sevgili sözlük...

uzun dönem askerlik

anonim_kullanıcı_4
hiç gitmek istemeyerek, bedelli çıkmaması ile gittiğim, zorla döndüğüm askerlik tipidir.

okul bitti, deli gibi bedelli çıkmasını bekliyorum 30'da olsa 60'da olsa vereceğim yeter ki gitmeyeyim diye. istemiyorum gitmeyi. 2 sene bekledim.
o sıralar, doğup büyüdüğüm evin yanında tıp merkezi vardı. babamın da gazıyla başvurdum, zaten sahipleri ile ahbap olduğumuz için adam, ne demek dedi aldı beni. bizim evden bağırsan penceren, oğlum desen duyulacak bir apartman öyle düşünün, öyle bir yerde acil doktorluğu yapıyorum, akraba konu komşu esnaf kim varsa gece sohpet etmeye geliyordu, hiç unutmuyorum karşı komşumuz zerrin teyze ve kocası elinde çaydanlıkla geldiler 2'de muhabbet etmeye bir gün. acilin önüne masa sandalye attık, oturduk çekirdek çitleyip muhabbet ediyoruz.. her gece mi arkadaş, vallahi her gece başkası geliyordu. aile apartmanımızın üst katındaki atanamayan öğretmen kuzenim, acile geliyor beni beğenmiyor, annem pencereden falan baksa beni görüyor, bazen çağırıyor. böyle lanet bir yıl geçirdim. en son dayanamadım istifa ettim. gittim il sağlık müdürlüğüne başvurdum, 1 sene de pratisyen aile hekimliği yaptım. kapıdaki memura beni lütfen bu şehirdeki en uzak sağlık ocağına verin diye yalvardım. neyse verdiler de kafa dinledim biraz.

neyse 2 sene bedelli arayışları ile geçerken, avukat bir kız arkadaşım vardı sürekli benimle kavga eder eder dururdu. bir gün dayanamadım, her erkeğe gelen (bkz: ansızın gelen tecil bozdurma isteği) geldi bana. gittim sabah bütün bu bunalımların ardından sabahın köründe askerlik şubesinde bozdurdum tecilimi, bir form verdiler üzerine komando olmak istiyor musunuz yazıyor, ulan bu ne ola ki dedim. işaretlemedim sanıyorum ama kutucuğun üzerine kalemi koymuşum, çizilmiş orası işaretlenmiş olarak kalmış. değiştiremedim de kaldı öyle.
eve döndüm en erken önümüzdeki celp döneminde gitmek istiyorum dedim. eve döndüm hazırlıkları yaptım, sonuçlar açıklandı samsun sahra sıhhıye okul ve eğitim merkezi komutanlığında, sıhhıye asteğmenliği çıktı, oh dedim rahatlayacağım, sonra aldım bileti topladım valizi samsuna geldim. memleketten bir kaçışım var sanki atatürk samsuna ayak basıyor, aynı ben de samsuna ayak bastım o günkü heyecan ve bıkmışlıkla. 1 ay boyunca acemi eğitimi eğitimi aldım çok rahattı. sıra geldi usta birliğine gitmeye.

sıhhıye okulunda herkes doktor zaten, kimisi pratisyen kimisi uzman, beyin cerrahı doçent gördüm 35 yaşında 14 yaşında oğlu var adamın, resmine baka baka uyuyordu, geceleri ağlaya ağlaya uyuyordu adam. üç beş sana daha kaçsaydı oğluyla beraber gelirdi artık. neyse acemi eğitimi bitti, pratisyenleri askeri hastanelere veriyorlar biz ayrı torbadan kura çekiyoruz, uzmanlar bölümlerine göre ayrı kuradan çekiyorlar kıtaya gidiyorlar. kura başlamadan önce, 3 kişinin ismini okudular bunlar çekmeyecek diye. aralarından biri de benim. hayırdır lan diyorum, burada mı kalıyoruz acaba falan diyorum ben. acemileri mi eğiteceğiz. bütün pratisyenler kura çekti, kimine aydın, kimine izmir, kimine direkt gata çıkıyor, oh be diyorum ben doğu falan yok. herkes kurayı çekti sıra bize geldi, tabip yarbaya dedim ki, komutanım biz niye ayrı bir yerdeyiz? oğlum sizin iç güvenlik hizmetiniz var komando oldunuz oğlum komando diyor. ne komandosu amına koyim demeye kalmadan, aklımdaki 2,5 ay önceki komando olur musunuz kutucuğunu yanlışlıkla işaretlediğim geldi. e dedim şimdi ne olacak? oğlum siz eğirdir dağ komando okuluna gideceksiniz, orası neresi dedim ısparta koçum dedi. haydi buyur buradan yak dedim. neyse aldım bileti, ıspartaya gittim, eğirdir dağ komando okulunu bulmaya çalışıyorum şehrin merkezinde, kardeş dediler orası buraya 1,5 saat mesafede. bindim git git bitmiyor yol. uçcuzb bucaksız bir yerde dağ komando okulu. 3 hafta da komando eğitimi verdiler. geceleri suyla, koğuşa bomba atarak kaldırıyorlar adamı. itfayeyle sulayarak mekik şınav çektiriyorlar. o şınavları çekerken, lan oğlum sende ekmeğe sürülecek akıl yok amına koyim diyorum kendime. askerden kaçacakken, komando oldun iyi mi diyorum. neyse o ömrümden ömür alan 3 hafta bitti, 3 kişiye yine kura çektirdiler. en son ben çektim, ilk çeken arkadaşa kilis, ikinciye siirt, bana hakkari şemdinli hudut merkezi komutanlığı çıktı. lan aklını sikim senin aklını diyorum, gittikçe daha da zorlaşıyor bu askerlik işi. görev yerim, askeri üste değil, direkt karakolmuş. önce ıspartadan hakkariye tam 24 saatte yani 1 günde vardım. 24 saat otobüs yolculuğu sürdü. hakkarinin içinden, beni araçla aldılar üs bölgesine götürdüler, oradan helikoptere binip dağların arasından geçip karakola ulaştık. yol falan yok, ocak ayı, metre metre kar var. ulan ben hayatımda kar görmedim o güne kadar bizim orada hiç kar yağmaz, düştüğüm yere bak. indim, komutanlar karşıladılar, benden önceki doktor arkadaş askerliğinin bitimine yakın teğmen yapmışlar. onun devresi bitti, o helikoptere bindi gitti. karakol komutanı binbaşı hoşgeldin aslanım dedi sırtıma vurdu. askerlerle falan tanıştırdılar.. askerlik yükümlülüğünün geri kalanını orada tamamladık, operasyonlara da çıktık, yeri geldi askeri de düşmanı da tedavi ettik. mükemmel dostluklar kurduk, aramızda hiç kimseyle ast üst ilişkisi olmadı, abi kardeş gibi davrandılar hep. asteğmen olmama rağmen erler gibi aynı psikolojiyi ben de yaşadığım için, yeri geldi eşini özleyen adamı, hava değişimi için evine bile yolladık görevim boyunca şehit verdirmeden görevimi tamamladım... insan öyle zor, hayatta kalma mücadelesinin içine girince bir süre sonra bırakmakta istemiyor. gitmeyeceğim diyor. askerliğim bitti, terhis olmama 1 gün var, yani şafak doğan güneş. bir gece düzenledik, eğlendik şarkılar söyledik. bir kaç bir şey söylemem gerekiyordu veda konuşması için, eşek kadar adam olmama bakmadan, hayatımda ilk defa onları bırakırken hüngür hüngür ağladım. keşke bırakmasaydım, ama artık dönmem gerekiyordu. askerliğimde hiç çarşı izni kullanamadım, bunun eksikliğini hiç yaşamadım. er arkadaşlarımla, komutanlarımın çoğuyla hala görüşürüm. eksik olmasınlar. onlara buradan bir kez daha, sevgiyle saygıyla selamlıyorum...

insülin direnci

anonim_kullanıcı_4
hariçten gazel okumak yerine, konuyu anlatalım.
format icabı tanım: insülin direnci, vücuttaki şekeri kontrol etmek için salgılanan insülinin etkisini göstermesindeki zorluk olarak tanımlanabilir. Normal şartlarda vücut şekeri 1 ünite insülin ile kontrol altına alabiliyorken, insülin direnci olan kişilerde vücut 2-3 ünite insülin salgılamak durumunda kalır. İnsülin direnci arttıkça, şeker kontrolünü sağlamak için insülin de artmış olur. Bu da vücutta gereğinden fazla insülin salgılanması anlamına gelir. insülin arttığında da, vücutta gereğinden fazla yağ birikmiş olur.''

şimdi gelelim insülin dediğimiz salgının temelde olayına, insülinin görevi yediğimiz içtiğimiz her şeyin (başta şeker olmak üzere) bu besinleri hücrelerimizin içerisine yüklemek transfer etmek sokmaktır. insülin dediğimiz salgı hücrelerimizin içerisine besini yakıtı koyacak ki, bunu harcayacak olan kaslarımız hareket etsin. insülin salgısı hakkında yanlış bilinenler ise, sadece obeziteye neden olduğudur. türkiye'deki obezite rakamı %30'dur. ancak bu obezite içerisinde insülin direncine bağlı olmadan obezite hastalarının oranı çok düşüktür. hatta ve hatta 18-25 yaş arası gençlerde hiçbir aşırı kilo olmadan, normal insanlardan bile daha zayıfken, insülin direncine yakalanan hastalar vardır. bu hastalar, obezite olmadıkları halde obezite komplikasyonları verebirler, bu komplikasyonlar obezitede çok görülen kanser, damar sertliği, hatta vücuttan bir organın geri dönülemeyecek şekilde ayrılmasına (amputasyon), karaciğer yağlanmasına, hipertansiyona sebebiyet verebilmektedir. yani hiç kilo almamış gençler bile insülin direncine sahip olabilir.

şimdi olayı daha makinesel şekilde anlatmak gerekirse, akşam yemeğimizi yedik, ve insülimiz tavan yaptı. bu besinleri sindirmek istiyoruz ki enerji toplayalım. bu esnada şekeri hücrelerin içine bir türlü sokamıyoruz. insülini salgılatan pankreas, madem bu kadar insülin ile girmedi, ben biraz daha salgılatayım diyor. ve iki üç dört ünite daha insülin salgılatıyor. damarlarımızın içinde gezinen şekeri bir türlü hücrelere sokamıyoruz. bu şekeri karaciğerin içerisinde depo etmemiz gerekiyor ama olmuyor. daha sonra hastamız, şekeri bir türlü hücrelere sokamadığı için, hastamız kendini yeniden acıkmış hissediyor. bu kısır döngü sürekli devam ediyor. ve daha sonra hiçbir yere sokamadığımız şekeri, vücudumuzdaki yağ dokusu gelin canlar bir olalım misali kandaki bütün şekeri ne varsa emip götürüyor. ve daha sonra, bu yağ dokusu şişiyor şişiyor şişiyor, ve patlıyor. ve kaçınılmaz olarak iltihap kapıyor. kimi zaman bu iltihaplar, bu büyük urlar, kesilip alınıyor. kimi zaman da, kanser, ruh sağlığı bozuklukları, depresyon, damar sertliği yapmaya başlıyor. vücutta bulunan bu bozukluklar, insülin direncini daha da arttırıp. hastayı tamamen bir kısır döngüye sokuyor.
pek bu insülin direncini arttıran şey neler?
yemekte ilk olarak yediğimi besinler, kuyruk yağı, sakkaroz, fruktoz, yağlar, margarin, tereyağı gibi besinler.. ve bunun yanında depresyon stresin de insülin direncini arttır. bu yüzden, gerginlik, yoğunluk, kavga etmek, tartışmak, ölü zaman geçirmek, çok fazla aç kalmak insülin direncini çok fazla arttıran şeylerdir.
peki nasıl önüne geçilir? insülin direnci durdurulabilir mi?
spor yaparak, ve lifli gıdalar tüketerek insülin direncini bıçakla keser gibi ortadan ikiye ayırabiliriz. bütün öğünlerimizin %60'ını lifli gıdalar ile beslenirsek yani lifli gıdalardan kastımız, kuruyemiş, tahıllar, taze meyve sebzeler lahana avakado ne isterseniz. ama mutlaka her öğünümüzde lifli gıdalar ile beslenmek zorundayız. lifli gıdaları tükettikçe kandaki şeker oranının emilimini çok daha yavaşlatmış oluyoruz. ve bu sayede sünger gibi emilmesi gereken, şeker daha yavaş şekilde emiliyor. ve pankreasın insülin salgılatmasını da yavaşlatmış oluyoruz. hasta da hayatına kilo almadan, spor yaparak rahat bir şekilde devam edebiliyor...

seks yapmak için 20 sebep

anonim_kullanıcı_4
bununla ilgili Bir bilimsel çalışma vardı bu yıl. popüler Bir tıp dergisinde yayınlandı bulursam eklerim
kaynağını Buraya.

araştırma 20.000 kadın ile 20.000 erkek üzerinde yapıldı.
katılanlara, eşiniz ile neden seks yapıyorsunuz? sorusu soruldu
kadınların çok büyük çoğunluğu
sevgimi göstermek,
ona olan aşkımı pekiştirmek,
ona aşık olmuştum,
onu çok sevmiştim gibi cevaplar verdiler.

aynı soru erkeklere sorulduğunda;
fiziğinden etkilendiklerini
göğüslerinden etkilendikleri
dış görünüş ve cazibelerinden etkilendiklerini söylediler.
ve bu cevaplarla beraber salt çoğunluk iliskimi toparlamak, haz duymak, onu mutlu etmek, orgazma ulaştırmak, ve kendilerinin tatminkarlığı cevaplarını verdiler.

tabii ki bu da, kadınların evrimci kurama göre cinselliği aşk ve bağlılıkla öždeşleştirdiği, erkeklerinse haz odaklı ve ilişki pekiştirmekle bağdaştırdığı gerçeğini değiştirmemiş oldu.

elbette kişiden kişiye göre değişebilir, ama erkeklerin beraber olmak istediği kadınlar doğurganlığı yüksek, ve bu yüksek doğurganlık belirtilerinin olduğu kadınlardadır.
bu belirtiler ise hepimizin bildiği üzere, kadınların adına makyaj dediği şeyin ta kendisidir. parlak saçlar, kırmızı dudaklar, solgun olmayan bir yüz, hastalıklı gibi görünmeyen bir vücut vs vs.

kadınların dikkat çektiği birlikte olmak istediği nokta, en başta kaslı olmak değil "anlaşabilmek." yani bu yüzden sizden etkilenmemiş bir kadını ağzında kuş tutsanız etkileyemezsiniz. kadınlar için, fiziksellikten öte duygusallık ağır basmaktadır.

izlediğimiz ve okuduğumuz her şeyin ana teması senaryo yazma rehberi

anonim_kullanıcı_4
merhaba sözlüğün yazma ve okumaya aşık, aydın insanları. bugün, izlediğimiz tüm filmlerin, okuduğumuz romanların ana teması olan, senaryo yazma rehberi'ni adım adım inceleyeceğiz..

öncelikle, bir hikaye senaryo ve roman yazabilmek için, elimizde bir şablon olması gerekiyor. bu şablonun yerlerine hayal gücümüzdeki tasarımları yazarak bir senaryo ortaya çıkarıyoruz.. peki neye göre?

ben bugün size kompleks bir film olan yüzüklerin efendisi/hobbit serisi ile ilkokulda öğrendiğimiz en basit kırmızı başlıklı kız hikayesini karşılaştıracağım. önce teorik bilgilerini verdikten sonra, olayları ve kahramanları şablonda yerine oturtacağız ve bu sayede hiçbir şeyin aslında rastgele olmadığını anlamış olacağız.


1. bölüm karakter oluşturma
bir senaryo yazarken, ilk olarak bir ana karakter oluşturmamız gerekir. bu tek bir kişi olmayabilir, kompleks senaryolarda birden çok kişiler aileler, çift karakterli insanlar hayvanlar hayali kişiler olabilir. olaylar hep bu ana karakterlerin başından geçecektir. ana karakterimizin/karakterlerimizin öncelikle yaşı cinsiyeti mesleğini nerede oturduğunu belirliyoruz. ve kesinlikle karakterimizin bir eksikliğini zayıf yönünü, yapamadığı korktuğu eksik tarafını da yazıyoruz. bu sayede hikayemizi daha kompleks ve zihinde canlandırabilir bir şekle sokuyoruz..
unutmayalım ne kadar çok detay ve özellik o kadar inandırıcı ve sürükleyici bir hikaye demektir. burada tek dikkat edilecek şey, karakterin bir eksik özelliğini de kesinlikle belirtmemiz gerekir..

2. bölüm zaman ve mekan oluşturma
karakterimizin özelliklerini belirledikten sonra ikinci bölüm olarak bu kişinin hangi çağda ve hangi zamanda tam olarak nerede yaşadığını yazıyoruz. yaşadığı bölgenin özelliklerini mutlaka detaylandırarak yazmamız gerekiyor ki, okuyucu ana karakter ile mekan arasında bir bütünlük kursun. okuyucu ana karakter ile yaşadığı bölgenin arasında bir bağ kuramazsa hikaye eksik kalır. anlam bütünlüğü kaybolur,

3. bölüm hayat amacı, gaye ve başarmak istediği şey
üçüncü bölümde ise hayattaki amacını yazıyoruz. ne yapmaya çalıştığını, ne olmak istediğini gayesini belirliyoruz. yalnız burada, hikayenin okuyucuyu beklenmedik yönlerden çok fazla vurmamak gerekir. okuyucunun ana karakter tarafını tutması için, karakterin hayattaki amacı stabil olmalıdır. stabil bir amaç her zaman okuyucunun gözünde güven sağlar, ayrıca hikayenin ilerleyen dönemlerinde gelişecek olaylar için mükemmel bir bağdır.

4. bölüm bu amacı yapmaktaki engel zorluk
karakterimizin artık adı, hangi çağda yaşadığı ne yapmak istediğini belirttik. 1. bölüme geri dönelim, karakterimiz için bir eksik nokta belirtmiştik. işte bu eksik nokta karakterimizin hayattaki bu amacını gerçekleştirmesinde bir engeldir. bunlar düşmanlar olabilir, veya ana karakterimizin de peşinde olduğu hayat amacını isteyen başka bir rakip olabilir. bu engel onun hayattaki bu büyük amacı için yolundaki en büyük taştır. bu taşı kaldıracak olan, da akıl hocası dediğimiz ana karakterimizin tam zıddı kişidir.

5. bölüm akıl hocası ve yardımcı karakterin özellikleri
ana karakterimizin hayattaki bu büyük eksikliğini, hikayeyi kompleks hale getirmek adına akıl hocası veya yönlendiren kişi dediğimiz sorunu problemi çözecek kişi veya kişiler vardır. bu yardımcı karakterler, her zaman bir insan olmayabilir. yazar bu karakterin eksikliğini, başından geçecek bir olay ile de değiştirebilir. önemli olan şey, bu amacı gerçekleştirmedeki karakter eksikliğinin bir şekilde giderilmesidir. bu karakterler, ana karakterimize destek veren kişilerdir.

6. bölüm hikayenin olumlu veya olumsuz sonu
artık karakterimiz, akıl hocasından ve dostlarından destek alarak amacını gerçekleştirmeye yönelik bir dizi maceraya çıkacaktır. bu maceraya çıkma ''güvenli bölge'' dediğimiz ana karakterin evinden yurdundan güvendiği kapandığı alandan dışarı çıkması ile gerçekleşir. ana karaktere bu maceraları yaşatırken, mutlaka güvenli bölgesinden veya güvenli bölge dediğimiz düşüncesinden dışarı çıkarmamız gerekir. çünkü güvenli bölgede yaşayan insanların hayatları rutindir. rutin hayatlarda macera yaşanmaz ve inandırıcı olmaz. karakter, güvenli bölgesinden dışarı çıkacak ki, hiç bilmediği bir dünyada hem yazar çevreyi süsleyebilsin hem de karakter maceraları yaşayabilsin. insanın macerası sokağa adım attığında başlar. evde hiç kimsenin başına hiçbir şey gelmez. bu güvenli bölgeden dışarı çıktıktan sonra kahramanımızın başına birtakım olaylar gelir. bu yan ve yardımcı olaylar ile başına gelen bir dizi olaylar bütünü kişi güvenli bölgesinden dışarı çıktıkça artar. rutinin dışında çıkılırsa yeni birşeyer olur. işte burada yazarın hayal gücü devreye girer, kahraman güvenli bölgesinden uzaklaştığı sürece bu maceraların da dozu arttırılabilir. sürekli yeni engellerle, iyi yardımcı roller, kötü engellerle karşılaşabilir. ve sonunda bu engeller aşılır ve kahramanımız amacına ulaşmış olur..

şimdi gelin kırmızı başlıklı kız ile yüzüklerin efendisini karşılaştıralım.
kahramanlarımız: kırmızı başlıklı kız, frodo baggins
kırmızı başlıklı kızın kişilik özellikleri: saf temiz ürkek günlük rutinini her gün geçtiği orman yolunda hiçbir sorun olmadan babaannesine yemek götürmektedir. tek eksikliği biraz saf ve temiz olmasıdır.
frodo baggins kişilik özellikleri: şair bölgesinde yaşayan temiz mi temiz bir kişidir, yaşadığı bölgede suç bile yoktur. ekip biçer sürekli. onun eksikliği ise cesaretsiz ve korkak ve sıradan biri olmasıdır.

hayatlarındaki amaçları: suça karışmadan kötülük görmeden iyi bir insan olarak günlük rutinlerine devam etmek.

günlük rutinin kırıldığı an: kırmızı başlıklı kız, bir gün bilmediği bir orman yoluna sapar. her gün yürüdüğü yoldan başka bir yola girer. güvenli alanından dışarı çıkar. frodo baggins bir gün bir yüzük bulur. ve bu yüzüğü sürekli korkarak saklar. ta ki onun karakter olarak tam zıddı, cesur ve gözü kara gandalf onun kapısını çalıp bir serüvene davet edene kadar. güvenli noktasından dışarı çıkmaya zorlayana kadar.

düşmanlar / akıl hocaları yardımcı karakterler
yüzüklerin efendisi daha kompleks olduğundan birden çok düşman barındırıyor içinde, orglar, goblinler ve diğer yaratıklar. aslında herkes aynı gayenin peşinde yüzüğe sahip olmak. kırmızı başlıklı kızda ise, düşmanlar kurttur. zayıf yön olarak kırmızı başlıklı kızın saflığından yararlanır. onu ormana çeker. ancak ormancı gelir ve kurdu öldürür, kırmızı başlıklı kızı kurtarır. bu çocuklar için basit bir hikayedir. yüzüklerin efendisinde ise, frodonun tam zıddı gandalf akıl hocalığı yapar. elfler ve cüceler ormancı gibi yardımcı karakterlerdir. ormancı sayesinde kırmızı başlıklı kızın kurtulması gibi, elfler ve cüceler sayesinde de frodo kurtulur...

burada kompleks karakter oluştururken, kullanacağımız bazı parametreler vardır mesela. çok zeki, çok akıllı bir karakterin sosyalliği her zaman düşüktür. arkadaşı dostu çok azdır. çok korkak bir karakterin yönlendirdiği çok insan vardır, bu yüzden, daha sosyaldir. fazla cesur olan bir karakter daha yalnızdır. gibi gibi gibi türetilebilir....
aslında izlediğimiz her şeyin temeli budur. türk sineması, yabancı sinemalar, romanlar hikayeler masallar vs vs. bunları kaliteli yapan şey, ustaca planlanmış, ve bu küçük detayları iyi bilen yazarların biraz hayal gücünü kullanarak konuları çeşitlendirmesi, seyirciyi okuyucuyu ters köşe etmeyi ve özellikle mizahı iyi bilmesinden kaynaklanır.. okuduğumuz her şey parçaladığımızda birbirinin aynısıdır..
umarım siz sözlük yazarlarından da, bu kurallara uyarak güzel hikayeler oluşturursunuz, hep birlikte okuruz..

okuyup bana sabrettiğiniz için teşekkürler...

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

anonim_kullanıcı_4
damarında türk kanı,
kalbinde atatürk'ü taşıyan herkesin
cumhuriyet bayramı kutlu olsun...















































* Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz. * Türk milletinin karakterine ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir.
mustafa kemal atatürk.

egzos s*ken adam

anonim_kullanıcı_4
maalesef gözümle şahit olduğum iğrenç ötesi şey....
hakkaride askerken karşılaşmıştım.
in cin top oynadığı allahın cilo dağında -50 derece karakoldan çok uzakta bir tepede askere nöbet tutturuyoruz. giden asker o tepeden 1 hafta inmiyor. askerliğini yapanlar bilir mandal atma diye bir olay vardır. telsizin mandalına basarsın, nöbetçinin uyuyup uyumadığını anlarsın. ben de nöbetçi subayım adama basıyorum basıyorum cevap yok. sınıra 0 km ve yoğun terör bölgesi olduğu için baskındır yaralıdır diye astsubayı yanıma aldım ne oldu diye yukarı çıkacağız. bindik yarım saat sonra vardık. nöbetçi kulubesinde hiç kimse yok. kulede in cin top oynuyor. hemen karakola haber falan verdim asker kayıp diye. biz de kulede çevresinde terörist falan olabilir diye ses falan çıkarmıyoruz.. her yere baktık yok herif. silahını, kaskını yeleğini kamuflajını orada bırakmış uçmuş sanki herif. neyse diğer askerler komutanlar geldi.. yanımda da sivaslı bir uzmanla, 25 yaşlarında bir astsubay var dedim garaja da bakalım. garajda kuleden 50 100 metre yukarıda. neyse gittik, yavaş yavaş girdik içeri, baktım jeepin arkasında bir kıpırtılar değişik değişik sesler geliyor. noluyo a. koyim dedim. komutanım ateş edelim mi dedi çocuklar. durun bi dedim. böyle yaklaştıkça baktım konuşma sesleri geliyor. kendi kendine konuşuyormuş a. koyduğumun delisi. tam jeepin arkasına geçtik baktım bu yarı çıplak egzozun içine girmiş ohh yapıyor. ayağa kalk lan a. koyduğumun delisi dedim. baktım gres yağını egzozun içine basmış elinde de gres yağı şişesi ne yapıyorsun lan sen anormal herif dedim. şey komutanım kem küm diyor. dayanamadım sağlam bir tokadı koydum. öyle yarı çıplak halde kulenin önüne getirdim.bütün arkadaşlarının önünde yaptığını anlattırdım. ama asker kayıp olayı, benden karakola, karakoldan üs komutanlığına kadar gitmiş, dönemin tümgenerali bile haberdar olmuş bu durumdan. adama acil kodlu ihbar çağrısı yapılmış, asker kaçırıldı diye. herkes bu a. koyduğumun delisini terörsiter kaçırdı zannediyor. sonra olayın bu anormal herifin egzozla ilişkiye girme olduğu anlaşılınca hepimiz derin bir oh çektik. karakol komutanı da sabah içtimasında o jeepi dağdan aşağı indirdi, sonra diyaloglar şu şekilde gelişti...

komutan- arkadaşlar dün gece, caner adlı arkadaşınız bir jeepe tecavüz etti
askerler- hehehehehe
komutan- gülmeyin lan. ulan, caner senin askerliğini yakacağım. doktor sen söyle bu anormal herif ne yapıyordu
ben- tecavüz ediyordu komutanım
komutan- tekrar söyle
ben- tecavüz ediyordu komutanım.
komutan- aferin teğmenim. tecavüzcü ya öldürülür ya evlendirilir arkadaşlar. ben de seni öldüremeyeceğime göre evlendirmem lazım caner. bu jeeple evleneceksin sapık herif. doktor teğmenim nikahlarını da sen kıyacaksın. astsubayım ve uzmanım siz de nikah şahidi olacaksınız. jeep gelsin [jeep ışık hızında içtima alanına yaklaşır]

komutan- teğmenim önlüğünü giy gel. bir tane sandalye getirin jeepin yanına koyun. caner, otur lan deli pezevenk.
sandalye jeepin yanına koyulur, jeep türk bayrakları ile, düğün arabası gibi süslenir caner jeepin yanına nikah masasındaymış gibi oturur.
komutan- teğmenim buyrun başlayın nikaha.
ben- sen ahmet oğlu caner, hiçbir baskı altında kalmadan bu 2007 model jeepi karılığa kabul ediyor musun
[canerden ses yok]
komutan- cevap versene lan hayvan herif
caner- evet ediyorum komutanım
ben- sen 2007 model jeep hiçbir baskı altında kalmadan ahmet oğlu caneri kocalığa kabul ediyor musun
jeepin içindeki asker ara gaz vererek ses çıkartır.
ben- siz de şahitlik eder misiniz.
astubay ve uzman- ederiz komutanım.
komutan- o da seni kabul etti. öp lan o zaman karını.
caner- ama komutanım
komutan- öp lan

ve caner jeepin farlarını öper. komutan askerlere dönerek. alkışlayın lan der.
ben - ben de sizi karakol komutanımızın verdiği yetkiye dayanarak sizi karı koca ilan ediyorum.
komutan- bundan sonra bu plakalı jeepe canerden başka kimse dokunmayacak el sürmeyecek anlaşıldı mı arkadaşlar..
askerler- anlaşıldı komutanım..

jeep ile evlendirilerek karı koca ilan edilen caner bütün askerliği boyunca o jeepin bütün bakımlarını sorumluluğunu ve şoförlüğü görevini yerine getirdi.... askerlik çok değişik bir yer sözlük...
1
bigkerry bigkerry
Hahahahaha

jamais vu

anonim_kullanıcı_4
deja vu'nun tam zıddır. fransızca, görmedim, hiç görmedim anlamına gelir. bir kelimenin, bir olayın bellekten geri çağrılamaması ile meydana gelir. neden kaynaklandığı konusunda çeşitli görüşler bulunmakla beraber, nörobilimciler bu konuyu (bkz: dilimin ucunda fenomeni) ile bellek hatasına bağlarken, nöropsikologlara özellikle deja vu ve jamis vu fenomenleri çalışmaları ile tanınan(bkz: chris moulin) tayfası bunu bellek yorulmasına bağlamaktadır. ve buna semantic satiation yani anlam doygunluğu, sözel doygunluk diye çevirebileceğimiz fenomeni örnek vermişlerdir. hemen herkesin oturduğu yerde deneyebileceği bu yöntem şöyle uygulanır.

aklınızdan fiziksel bir maddeyi işaret eden bir kelime seçiyorsunuz, (masa, sandalye,kalem, bardak...) bu kelimeyi 90 kere arka arkaya tekrar ediyorsunuz. ve bir süre sonra, beynimiz o kelimeyi anlamsız sesler olarak algılamaya başlıyor. ve kelime gerçek madde anlamından kopuyor, kişi bardağa masaya yabancı hale geliyor. işte chris moulin tayfası bu şekilde yorgunluk diye açıklıyor.

bulaşıcı cinsel hastalıklar

anonim_kullanıcı_4
sağlık bakanlığının 1593 sayılı kanunun 123 ve 124 maddesine göre, verem bel soğukluğu cüzzam, yumuşak şankr (şankroid) ve akıl sağlığı bulunanlar tedavi olmadıkça evlenemezler. ayrıca testte akdeniz anemisi olup olmadığına da bakılır. raporu aldıysan, bunlardan biri değilsin. ama hıv aids için bakanlığın herhangi bir kısıtlaması bulunmuyor. kapmış olabilirsin, muayene gerek.

prezervatifin korumadığı cinsel yolla bulaşan hastalıklar da var.
(bkz: hpv) (bkz: herpes)

erkeklerdeki penis boyu takıntısı ne kadar gerçekçi

anonim_kullanıcı_4
Penis boyu konusu günümüzde iyi eğitim almış kişiler arasında bile güç ve otoritenin göstergesi olarak kabul edilebilmektedir. Çünkü penis boyu erkeğin cinselliğiyle özdeşleşmiştir ve cinsel hazzın, doyumun garantisi olarak algılanmıştır. Hâlbuki bu konunun bir standardı yoktur. Penis boyu çeşitli ırklardan olan ve farklı iklimlerde yaşayan insanlara göre farklılık gösterebilir. Doğumda ortalama 2,5 santimetre kadar olan gerilmiş penis boyu, ergenlik öncesi 5-6 santimetreye kadar ulaşır. Ergenlikte birçok erkek organının boyutu ile ilgili çeşitli kuşkular ve bunalımlar yaşayabilir. Ergenlikte penis boyu yaklaşık iki kat artar ve 8-10 santimetreye ulaşır. Ereksiyon halinde bu değer yaklaşık iki katına ulaşır ve 14-16 santimetre boyunda olur. Sonuç olarak yetişkin bir erkekte penis boyu ortalama 14 santimetre olmakla birlikte, 8-18 santimetre arası olan penisler normal boyutlarda kabul edilmektedir.

Sanıldığının aksine penis boyu ile cinsel performans arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Sertleşmiş penisin büyüklüğü ile erkeğin bir kadını cinsel yönden doyuma ulaştırabilme yeteneği arasında pek az ilişki vardır. Kadın psikolojik olarak ters yönde bir inanca koşullanmadıysa, tek başına penis büyüklüğü kadının cinsel tepkisini ya da birleşmeden doyum sağlamasını etkilemez. Çünkü vajinal uyarı vajinanın ⅓'lük giriş kısmında yoğunlaşır. Yani cinsel birleşme sırasında vajinanın en duyarlı bölümü, girişe en yakın alt kısmıdır. Penis, büyüklüğü ne olursa olsun, vajinanın bu kısmına değecek bir uyarıcı görevi yapacaktır. Ayrıca kadının asıl cinsel duyarlılık merkezi vajina değil klitoristir. Cinsel birleşme sırasında klitoris erkeğin penisine değil, penisin üstünde yer alan pubis bölgesine değer ve bu bölgenin basıncıyla uyarılır. Buradan yola çıkarak söylenebilir ki, mutlu ve tatmin edici bir cinsel yaşam için penis boyu tek kıstas olamaz. Çiftin birbiri ile açık ve samimi bir iletişim kurması, birbirlerinin arzu, istek ve beklentilerine değer vermeleri doyurucu ve sağlıklı cinsel yaşam için penis boyundan daha önemlidir. Ancak vajina normal büyüklükte, klitoris sertleşmiş ve vajina yeterince ıslak olduğu halde, penisin fiziksel rahatsızlık doğuracak kadar büyük olması veya cinsel birliktelik sırasında vajinaya yeterince temas edemeyecek ölçüde küçük olması seks için sorun yaratabilir ancak bir şekilde yeni sevişme tekniklerinin öğrenilmesiyle bu sıkıntı da çözümlenebilir. Ayrıca sorun yaratan durumlar için penis boyu cerrahi yöntemlerle en fazla 3-5 santimetre büyütülebilir.
(Cised)

eskortluk geçmişi olan bir kadınla evlenmek

anonim_kullanıcı_4
Eskort değil belki ama, günümüzde adlarına şarkılar şiirler bestelenmiş kadınların çoğunun geçmişi tamamiyle temiz değildi.
neşet Ertaş'ın leyla ertaş'ı ne de Müslüm Gürses'in muhterem Nur'u ne yıldız tilbesi ve daha size burada adını izinleri olmadan zikretmek istemediğim niceleri... Hayatında bir tane eskortla cinsellik yaşamadan sohbet etmeyenler, o insanların ne şartlarda ne mecburiyetlerle bu işi yaptıklarını bilmeyen zırvalamasın. Kişisel tercihe saygım var, isteyen evlenir isteyen evlenmez. Kimse kimseyi başına silah dayatıp evlenmeye zorlamıyor.
bazılarının üniversitede 2 çocuğu tıp fakültelerinde okuttuğunu gördü bu gözler.. translarında bir çoğu sırf bu düşünceli insanlar yüzünden iş bulamadıkları için bu yolda girmiş durumdalar..
Ben böyle çok hayat gördüm. Ben eskort olanın ikinci sınıf vatandaş olarak görülmesine, vebalı insan muamelesi yapılmasına, Bir daha hiç kimseyle bir duygusal bağ yaşamayacak gibi davranılmasına karşıyım..
Biz hastanede bekâret bekâret diye dellenen nice türbanlı basma fistanlı kızların anal ilişki yaşaya yaşaya dışkısını tutamaz hâlde bezlenip geldiğini gördük. Şimdi beni konuşturmayın burada..
Önemli olan geçmiş değil, iki kalpte yeşeren sevdadır. Aşka emek vermek, bu yola baş koymaktır gerisi hikayedir, o kadar.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol