confessions

anonim_kullanıcı_4

1. nesil Yazar - Yazar -

  1. toplam entry 191
  2. takipçi 11
  3. puan 7190

güzel ne güzel olmuşsun - kuan

anonim_kullanıcı_4

Uyuşturur, Israrla Dinlenmesi Tavsiye edilir.


Güzel Ne Güzel Olmuşsun,
Görülmeyi Görülmeyi,
Siyah Zülfün Halkalanmış...Aman Aman
Örülmeyi Örülmeyi.

Mendilim Yuğdum Arıttım,
Gülün Dalında Kuruttum,
Adin Ne İdi Unuttum...Aman Aman
Sorulmayı Sorulmayı..

Seğirttim Ardından Yettim,
Eğildim Yüzünden Öptüm,
Adın Bilirdim Unuttum...Aman Aman
Çağırmayı Çağırmayı.

Benim Yarim Bana Küsmüş,
Zülfünü Gerdana Dökmüş,
Muhabbeti Benden Kesmiş...Aman Aman
Sevilmeyi Sevilmeyi.

Çağır Karacaoğlan Çağır,
Taş Düştüğü Yerde Ağır,
Yiğit Sevdiğinden Soğur...Aman Aman
Sarılmayı Sarılmayı.

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

anonim_kullanıcı_4
damarında türk kanı,
kalbinde atatürk'ü taşıyan herkesin
cumhuriyet bayramı kutlu olsun...

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

bilinmeyen fotoğraflarla atatürk

* Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz. * Türk milletinin karakterine ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir.
mustafa kemal atatürk.

ilber ortaylı

anonim_kullanıcı_4
bir arkadaşım sayesinde, aynı masada yemek yeme şerefine nail olduğum dünyada osmanlı tarihi otoritelerinden bir tarihçimiz.
ama şunu söyleyeyim hoca ne kadar bilgiliyse yemek yeme kültürü o kadar bozuktur. bir yemek yer, kendi mi yoksa sofraya mı yedirir, kıyafetlerine mi yedirir belli değildir... onu da yaşlılığına veriyorum artık..

volvo

anonim_kullanıcı_4
geçen yıl siyah s90 modelini aldım. iyi ki diyorum..
arabadan öyle mükemmel anlamam ama, tank gibi inanılmaz bir karizması olan araç.
s90'dan sonra hiçbir aracı beğenmez oldum. çok şık..
alacak olanlar için, doktor'dan temiz tavsiyedir..
3
mars mars
adam doktor, s90'ı var... beyler dağılabiliriz siteyi kapattık.
the red pill the red pill
tamam al, sözlükteki bütün hatunlar senin olsun
iyilikpenisi iyilikpenisi
Admin kapat kardesim siteyi biz elendik

doktor

anonim_kullanıcı_4
bu gece doğum günüdür... doğduğu topraklardan çok uzaklarda, bu gece, evinde yarı icap nöbetiyle, çok sevdiği şarabı eşliğinde yalnız kutlamaktadır, sanki kutlanılacak mükemmel bir ömür geçirmiş gibi...

bu kadeh, hepimiz için..
şerefe dostlar..

doktor
3
yakasyrtk yakasyrtk
Kızlar Doktor'un evinde kalsanıza :d ve DGKO
johnny sins johnny sins
Nice mutlu yıllara doktor
okuryazar okuryazar
Kutlu olsun doktor

baştan sona bütün detaylarıyla olay yeri nedir nasıl incelenir

anonim_kullanıcı_4
merhaba, sözlüğün kriminal dedektifleri ve cinayet araştırması seven insanları.
suç, adli tıp ve kriminoloji severlerin ilgisini çekecek bazı incelikleri paylaşmaya karar verdim..
iş bu başlık, yazarın, o dönemlerde adli tıp stajı ile polis kriminoloji laboratuvarı arasında geçen bir takım derlemelerinden oluşmuştur.
baştan sona tüm detaylarıyla, olay yeri nedir, nasıl incelenir?
haydi başlayalım..

baştan sona bütün detaylarıyla olay yeri nedir nasıl incelenir
olay yeri, nedir?
suçun kasıtlı davranış hali ile failin kaçış yönüyle devam eden, olayın işleniş tarzı, mağdur ve suç sanıklarının ilişkisinin en net saptanabildiği, iz ve delilleri barındran dinamik alanı ifade eder. olay yeri incelemesi, olayla ilgili suçun aydınlatılmasına yönelik araştırmaları ifade eden nitelik bulgularıdır.

baştan sona bütün detaylarıyla olay yeri nedir nasıl incelenir
suçu kimler araştırır?
olay yerine intikal eden ilk ekip, kiş iveya kişiler.
soruşturma ekibi (savcı adına olayı araştırıp, savcıya delil sunacak ekip) polis, jandarma asker vb.
olay yeri inceleme ekibi
ve adli tıp uzmanlarından oluşur

Olaydan Sonra
bir olay yeri, olayın etrafını şeritlerle çevirerek, tanıkların olay yerinden ayrılmamalarını sağlayarak, delillerin kaybolmasını değişmesini bozulmasını engellyerek korunabilir. bu süreçte kalabalık uzaklaştırılır. kaçan sanıkların eşkalleri, silahları nereye kaçtıkları bildirilir. ve aynı zamanda olay yerine cumhuriyet savcısı gelmeden olay yeri terk edilmemelidir. delillere kesinlikle dokunulmamalı, olay yerine tekrar girilmemelidir. kapalı ise kapısını kapatmak gerekir.

baştan sona bütün detaylarıyla olay yeri nedir nasıl incelenir
Olay yeri Nasıl İncelenir?
Öncelikle olay ile ilgili bilgi alınır. (maktul yakını, olay yerindeki ekip, mağdurlar)
etraftaki kamera görüntülerinin alınması sağlanır. ve daha sonra olay yerinde bulgu aranması sürecine geçilir. olay yeri inceleme ekibi, bulduğu her bulguyu numaralandırır. bulguların ölçekli fotoğrafını ve bir video kaydını elinde tutar. daha sonra alınan kamera kayıtlarının ardından, deliller tek tek toplanır ve paketlenir, etiket işlemleri yapılır. deliller kaldırıldıktan sonra, olay yeri inceleme raporu yazılır ve bir kroki çizilir, bu kroki maktulün yatış şekli vb şekiller olabilir. ardından deliller ilgili birimlere teslim edilir.
Olay yeri inceleme yöntemleri nelerdir?
şerit metodu
ızgara metodu
spiral metodu
tekerlek metodu
bölge metodu
(bu yöntemler teker teker açıklanacaktır)

ancak bu yöntemle ne olursa olsun, amaç ''fail - maktül/mağdur - olay yeri'' ilişkisini ve delillerini incelemektir. olay yerinin ayrıntılı incelenmesi ile farklılık gösterirler. detaylı olarak incelemesinde ise,
failin - maktülün/mağdurun olay yerinde bıraktığı izler, (parmak izi, diş izi, boğuşma izi, ip izi, ayak izi vb)
suç delili olabilecek malemeler( bıçak, ateşli/ateşsiz silah, tornavida, kovan,mermi çekirdeği vs) öncelikli olarak olay yerinde bulunmaya çalışılır.
bu bağlamda delilleri sınıflandırırsak, 3 çeşit delil bulunur. bunlar beyan delilleri, belge-vesika delilleri- maddi delillerdir. bu deliller içerisinde en önemli ve belirleyici olan maddi delildir, maddi deliller işlenen suçun yeniden canlandırılmasına, laboratuvar'da işlem gördükten sona mahkemede delil olarak kullanılabilecek maddi bir yapısı olan, ell görülüp canlı veya cansız maddeye, ve ize maddi delil denir.
birtakım maddi delillere örnek olarak; kan, meni, tükürün, kıl, idrar, ter, kemik, parmak izi, avuç izi, diş izi, ateşli silah, ses görüntü delilleri, el yazıları, boyalar, uyuşturucu maddeler, yanıcı maddeler, örnek verilebilir. bu deliller içerisinde de en önemli olanı parmak izidir.

baştan sona bütün detaylarıyla olay yeri nedir nasıl incelenir
parmak izi, parmağımızın ucunda bulunan papillerin dokunduğumuz yerlere por deliklerinden çıkan sıvı nedeniyle cisimler üzerinde bıraktığımız ize denir. parmak izleri, değişmez, birbirlerine benzemezler bu yüzden çok belirleyicidirler. parmak izleri genelde hemen hemen her yere bulaşır. olay yerinde bulunan kan, cam, metal, kağıt, odun karton, plastik her maddeye geçer. bu nedenle bir olay yerinde ve delillerin üzerinden parmak izi örneği alınır.

delilleri olay yeri inceleme ekibi incelerken, eldivensiz kesinlikle çalışmamalı, eşyaların her zaman tutulan rutin bölgelerinden tutulmamalıdır. eşya tutulurken, parmak izinin çıksa dahi bundan istifade edilmeyeceği yerlerden tutulmalıdır.

bardak, baş ve işaret parmakları ile alt ve üst kenarlarından tutulmalı, şişe ağzından içeri sokulacak bir çubuk veya kurşun kalemle yerden alınmalı, cam ve keskin şeyler, iki elin parmaklarıyla sivri veya kesin yerlerinden tutularak alınmalıdır. her türlü bilgi, belge vesika, zarf, kağıt mektup gibi şeyler pulcu pensleri ile dokunulmadan alınmalıdır. tabancalar namlu ucundan karşılklı iki parmakla kabzasından iki parmakla alınmalıdır.

ayak izleri ise, ayağın durumuna göre, çıplak çoraplı, ayakkabılı, ayakkabı üzerinde ise, yumuşak ve sert zemin olarak ayrılır. çıplak ayak şeklinde, papil hatlarının vaziyeti, ayak şekli parmak durumu vs incelenir. çoraplı izlerde ise, dokuma örgüsü, delik, yırtık, ayak şekli bakılır.

baştan sona bütün detaylarıyla olay yeri nedir nasıl incelenir
tekerlek izleri ise, olay yerine arabayla veya vasıtayla geliş gidiş olarak anlamaya yarar. tekerlek izinden aracın cinsi ve modeli tayin edilebilir. çamurlu, kirli, asfaltın sıcaktan yumuşamış kısımlarında kumlu bölgelerde aracın tekerleğinin kabartma izi denilen izi bulunur. ıslak yollardan, geçen bir araç kuru bir yola temas ettiğinde ise pozitif iz bırakır bu izler kısa mesafeler için çok elverişlidir. bu süreçte aracın takip ettiği güzergahlardan toprak çamur toz örnekleri alınıp şüphelinin aracı ile karşılaştırılması yapılır.

olay yerinde bulunan kırık cam parçalarından, merminin giriş yönü, atış açısı, tabancanın cinsi, birden çok atışlarda, hangi atışın daha önce yapıldığı, eğer bir araçsa, aracın markası modeli, bulunabilir...

baştan sona bütün detaylarıyla olay yeri nedir nasıl incelenir
olay yerinde bulunan diğer bir delil ise bildiğimiz üzere kandır. kan kişi hakkında en büyük ipucu veren biyolojik delildir. olay yerinde elde edilen delillerden hepsine gözle görülür veya uv ışığı altında büyük bir mercekle kan taraması testi yapılır. olay yerinde incelerken, cep ağızları, pantolon paçaları, düğmeler, tırnak içleri, ve saçlar özenle aranmalıdır. çünkü kan en çok buralarda bulunur. eğer bir kan örneği alınacaksa, 2-3 santimetrelik bir alanda pamuğun suyla veya alkolle ıslatılmadan kuru bir şekilde yapılması sağlanır. bu pamuklar 3 güne kadar dayanır.

kıl örnekleri ile de genetik analizi yapılır. olay yerindeki şapka, giysiler, fırça, tarak, ve paspaslardan kıl örnekleri alınır. bu süreçte ekipler sürekli bone kullanmalıdır. kılların kaybolmasını önlemek için, kıllar katlanmış kağıtların içerisine konur ve daha sonra paketlenir. bu sayede kaybolması önlenir. zarfta kullanılabilir. maktül ve failden alınan kıllar eğer tecavüz vakası ise cinsel bölgelerden alınır. ancak burada dikkat edilmesi gereken şey, kişiden alınan saç örnekleri, saçlardan kesinlikle kesilerek değil, kökleri koparılarak alınmalıdır. tek bir kıl kökü bile failin kim olduğunu kesin bir şekilde açıklar.

meni örnekleri de, iç çamaşırlardan, yatak, çarşaf, olay yerindeki peçete havlu ve prezervatiflerden alınır. gözle görülemeyeceği için, olay yeri inceleme ekibi meninin nerede olduğunu uv ışık altında tespit eder ve örnekler. meni sıvı haldeyse, pamuklu bez, eküvyonlu çubuk svaba emdirilerek örnek alınır. ve daha sonra paketlenir. meni örnekleri kesilerek alınır, eğer kesilemiyorsa, dedimiz gibi, svap örneği ile önce karton veya kağıt pakete sonra delil torbasına konur.

tükürük delilleri, sigara izmaritlerinden, kürdan, bardak, sakız, ısırık izlerinin bulunduğu yerlerden alınır. yine bu örnekler eküvyonlu çubuk ve pamuk bez parçaları ile örneklendirilerek, önce kağıda sonra delil torbasına konur.

baştan sona bütün detaylarıyla olay yeri nedir nasıl incelenir
Delillerin toplanmasında yapılan sık hatalar.
delile çıplak elle dokunmak
ıslak ve nemli örnekleri kurutmadan ıslak şekilde paketlemek
alınan kan örneklerinin içerisine koruyucu madde koymamak
toplayıcı ekibin maske eldiven bone galoş kullanmaması
delilleri birbiri ile temas ettirmek ve aynı zarfta paketlemek

barut izleri ve atış artıkları
kişinin elleri üzerinde, atış yapılan yerin 2m mesafesine kadar olan alanda, giysilerin kol ağızlarında, silaha temas eden kişilerde, namlu ucuna temas eden kişilerden örnek alınabilir. eller yıkanmadığı takdirde 12 saate kadar etkili iz alınabilir. bu atış artıklarının çok fazla alınma yöntemi vardır.
parafin ile çekme, flaster bank üzerine transfer etme, çift taraflı bant üzerinde elektron mikroskobu ile inceleme, vakumla çekme metodu, polivinil alkol ile çekme metodları bulunur. bu metodlar her vakaya göre ayrıca değerlendirilmelidir. bu maddeler merminin içinde bulunan baryum, demir, kurşun, antimon gibi maddelerdir ve ülkemizde genelde antimonun var olup olmadığına bakılır.

olay yerinde adli hekim
yani bu yazının bana ithaf olan kısmında, adli hekimin olay yerinde yetki ve sorumlulukları şunlardır.
ortamı, ölünün durumunu ve pozisyonunu belirlemek, yerel koşulları gözetmektir. tanık ve şüpheli ifadelerini sağlamlaştıracak vücut üzerindeki lezyonlar hakkında bilgi toplamak araştırma yapmak, kişinin ölüp ölmediğini belirlemek, kimliği saptamak, cinsiyeti belirlemek, ölüm tarzını doğal, kaza, cinayet, intihar olup olmadığını belirlemek, kesin ölüm nedeni raporunu yazmak. yaklaşık ölüm saatini belirlemektir..

baştan sona okuyanlara, sabırlarından dolayı teşekkür ederim..

2
cinselyorgan cinselyorgan
Hocam seni tebrik ediyorum ve takdir ediyorum.
okuryazar okuryazar
Eline sağlık

dr. ayşegül çoruhlu

anonim_kullanıcı_4
bu kişinin üslubuna güvenip hastalığına şifa arayanları üstün cesaret ve feragat madalyası verilmesi elzemdir...
kendisini tanırım, vitaminci ayaklarına yatıp bir günde dünyanın kalorisini, kahvesini, şekerini gömebilir.. ölümsüzlüğe deva aramaktadır.
sohpet esnasında kendini çok fazla öven bir yapısı vardır. antioksidanlar ve vitaminler konusunda, eser sahibi (yazar, otör) olduğunu söyler, bir tane makalesi yoktur.. kendi ''yaptırdığı'' takviyeleri hastalarına ''sağlıklı yaşam'' diye satmaya çalışır.
günlük hayatta oldukça boş konuşan, oldukça boş bir tokatçıdır.

normal doğum

anonim_kullanıcı_4
doğum, anne için her ne kadar psikolojik bir karar olsa da. bebek için oldukça karmaşık ve bir hayli zor bir süreçtir...

anne kendini saatler süren ıkınma seanslarına, duygusal ve mental çöküşlere hazırlarken, bebeği de bekleyen büyük bir sınav vardır. dünyaya gelmek için, bebek oldukça zor olan doğum kanalından geçmek zorundadır.. elbette bu zorlu yolda, bebek yalnızdır. doğum kanalından dışarı çıkması kendisinin elindedir. bebeğin rahim içinde sergilediği kardinal hareketler, tamamen kendine aittir. anne ve doktor bu hareketlerde etkili değildir.. bebek adeta dışarı çıkmaya programlanmış bir şekilde rahim kanalında bazı hareketler sergiler...
bu hareketleri 6 ana başlıkta toplayabiliriz. sırasıyla bunlar;
angajman, (iniş desensus), fleksiyon, internal rotasyon, ekstansiyon, Eksternal rotasyon, ekspulasiyon

1. bölüm
angajman
Angajman kelime anlamıyla bağlanmak demektir. Doğum bilimi açısından balıldığında ise bebeğin başının en geniş yan çapının kemik çatı girimini geçmesini ifade eder. Doğumun ilk hareketi angajmandır. Babeğin iki yandan gelen kafa kemikleri ortada birleşir ve bu eklem sagital sütür olarak adlandırılır. Normal bir angajmanda sagital sutur tam ortada olmalıdır.Böyle bir durumda başın sinklitik olduğundan söz edilir. Eğer bebeğin başı doğum kanalına girdiğinde kafası hafif yana doğru eğikse yani sagital sütür tam ortada değil de önde ya da arkadaysa bu durumda asinklitismus mevcuttur. Doğumun ilerleyişi sırasında budurum düzelebilir. Eğer düzelmez ise bebek doğum kanalında ilerleyemez ve eylem uzayabilir. Böyle bir durumda baş pelvis uygunsuzluğu nedeni ile doğumun önünde mekanik bir engel oluşabilir.


2. bölüm
iniş (desensus)
İniş (DESENSUS)
Normal doğumun ikinci esas hareketi bebeğin doğum kanalı içinde aşağıya doğru ilerlemesidir. Bu iniş desensus olarak adlandırılır. Fetal iniş tek bir hareket olmayıp eylemin ikinci evresi boyunca devam eden bir sürekliliktir. Kadın tipi bir pelvite girimin ön arka çapı enine olan çaptan daha kısadır. Bu nedenle bebek başı angaje olurken pelvise kafasının enine çapıyla girer. Yani bebeğin yüzü annenin sağına ya da soluna gelecek şekilde olur.Doğum ilerlerken iniş devam eder ve bebeğin doğum yolunda bulunduğu yer muayeneler sırasında değerlendirilir. Doğum kanalının orta noktası her iki yanda dikensi çıkıntıların bulunduğu bölümdür. Bebeğin kafası bu seviyeye geldiğinde sıfır noktasında olarak tanımlanır. Bu noktanın üstü -1,-2, -3 altı ise +1, +2, +3 noktaları olarak tanımlanlamaktadır. Önde gelen kısım 0 noktasına ulaştığında genelde başın en geniş çapı da pelvis girimindedir ve angajman olmuştur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta bebeğin kafa derisinde görüebilecek olan ödemdir. Bos olarak adladırılan ve normalde görülen bu durumun varlığında bebeğin kafa derisi ile kemik yapılar arasında 2-3 santimetre fark olabilir ve aslında kafa angaje olmadığı halde muayenede angaje gibi hissedilebilir.

3. bölüm
Fleksiyon

normal doğum

Doğumun üçüncü esas hareketi fleksiyondur. Fleksiyon bebeğin kafasını önüne doğru eğmesidir. Rahim kasılmaları ve bebeğin aşağı doğru itilmesi sırasında karşılaştığı yumuşak doku direnci ile bebek kafasını öne doğru eğer ve çenesini göğsüne yaklaştırır. Bu sayede bebeğin kafasının en küçük çapı olan ense kökü ile alnı arasındaki düzlem pelvis içine girer.

4.bölüm
İç(internal) Rotasyon
normal doğum

Doğumun dördüncü esas hareketi internal rotasyondur. Burada bebek kafasını yandan öne doğru çevirmeye başlar. İnernal rotasyonun amacı kafanın en küçük çapını pelvisin en küçük çapına uydurmaktır. Dikensi çıkıntılar arası çap pelvisin en küçük çapıdır.Bu nedenle bebek kafasını buraya uydurabilmek için yüzünü içeri doğru çevirmek zorundadır.Öte yandan pelvis giriminin eni boyundan büyükken çıkımda tam tersi söz knusudur ve ön arka çap enine olan çaptandaha büyüktür. Bu durum internal rotasyon gerekliliğinin bir başka nedenidir. Yandaki resimde bebeğin kafasında oluşmaya başlayan ödem görülebilmektedir. Bebek kafasını çevirirken bunu genelde yüzü arkaya gelecek şekilde yapar. Eğer yüz öne doğru dönerse occiput posterior durumu söz konusu olur. Yani bebeğin kafatasının en arkasındaki kemik annenin kuyruk sokumunun hemen önündedir. Bu durum zor doğuma neden olabilir.

5.bölüm
Ekstansiyon
normal doğum

Doğumun beşinci esas hareketi kafanın yukarıya doğru kaldırılması yani ekstansyondur. Burada bebek çenesini göğsünden uzaklaştırmaktadır. Taçlanma gerçekleşip bebek doğmaya hazırlandığında boynunun hemen arkasında yer alan annenin kemiğinden kurtulmasının tek kolay yolu budur.. Ekstansiyon hareketi sırasında bebeğin önce kafasının tepesi daha sonra da yüzü ve çenesi doğar.

Eksternal rotasyon

normal doğum

Bebeğin kafası doğduktan sonra doğum eyleminde kısa bir duraklama olur. Bebeğin kafası doğduğunda yüzü arkaya doğru bakmaktadır. Çünkü kafası doğum kanalından en kolay bu şekilde çıkabilir. Oysa omuzlarının da rahatlıkla doğabilmesi için yüzünün ya sağa ya da sola doğru bakması gereklidir. İşte bebeğin kafasını bu şekilde yana çevirmesi eksternal yani dış rotasyon olarak adlandırlır ve bu olay doğumun 6. kardinal hareketidir. Çoğu zaman bu döndürme işlemini bebeğin kendisi değil doğumu gerçekleştiren doktor yapar. Bu aşamada en tehlikeli durum omuz takılmasıdır. Bebeğin kafası doğduktan sonra omuzlarının doğması için alan yeterli olmadığında omuz önde annenin iki kemiğinin birleşim alanı olan simfizisde takılabilir. Bu durum genelde iri bebeklerde ortaya çıkmakla birlikte annenin kamik çatısına bağlı olarak nadiren küçük bebeklerde de görülebilir. Bu şekilde omuz takılması olan bebeklerde köprücük kemiği kırılabilir, koltuk altından geçen sinirler zedelenebilir ya da boyun kasları içinde kanama olabilir. Bu durumlar nadiren kalıcı hasara neden olup kendiliklerinden ya da bazı tedavilerin yardımıyla düzelmektedir.

6.bölüm
Ekspulsiyon

normal doğum

oğumun son kardinal hareketi bebeğin rahim dışına atılması yani ekspulisyondur. Eksternal rotasyon gerçekleştikten sonra doktorunuz önce bebeği aşağıya doğru çekerek öndeki omuzu doğurtur. Bu harketin hemen ardından bebek yukarıya doğru kaldırılarak arkada kalan omuz da doğurtulur. Daha sonra bebek çekilerek gövdesi ve bacakları da doğurtulunca bebeğin doğumu gerçekleşmiş olur ve doğumun ikinci evresi sona erer. Bu aşmada bebeğinizin ağlamasını duyabilirsiniz.

Bebeğin kardinal hareketleri bağımsız olmayıp birbiri ile içiçe geçmiş halde, bir süreklilik izleyecek şekildedir. Tüm bu hareketerin amacı bebeğin girinti ve çıkıntılarla dolu kanaldan sorunsuzca geçmesini sağlamak içindir. Doğumların çok büyük bir kısmında bu aşamalar sorunsuz bir şekilde aşılır. Normal doğum doğanın mucizelerinden birisidir.

Tüm bu aşamaları öğrendikten sonra doğumun aslında anne adayı mı yoksa bebek açısından mı daha yorucu olduğuna karar vermekte zorlanabilirsiniz. :)

bu kişi doktor

anonim_kullanıcı_4
Doktor olmadan, bunu isteyenlerin sahtecilik oyunları döndürebileceği sistemidir.. iyi kanıtlar gerekir.

Ekşiyi okuyanlar bilirler
(bkz: ekşi sözlükteki cerrah rolü yapan sahtekar)

Bir yazar sahte cerrahlık yaparak gazeteler de dahil herkesi kandırıp üniversite makalemi yayınlamadı demiş. kızlardan fotoğraf alabilmek için kılıktan kılığa gitmiştir. Yetmemiş bir doktorun fotoğraflarını kullanmıştır..


Olayla ilgili link
https://eksisozluk.com/eksi-sozlukte-cerrah-rolu-yapan-sahtekar--5476574?p=1

Sonuç: desteklenen iyi kanıtlar gerekir.

yalnız insan

anonim_kullanıcı_4


Yalnız insan merdivendir
hiçbir yere ulaşmayan
sürülür yabancı diye
dayandığı kapılardan

yalnız insan deli rüzgar
ne zevk alır ne haz verir
dokunduğu küldür uçar
sunduğu tozdur silinir

yalnız insan yok ki yüzü
yağmur çarpan bir camekan
ve gözünden sızan yaşlar
bir parçadır manzaradan

yalnız insan kayıp mektup
adresi mi yanlış nedir
sevgiler der fırlatılır
kim bilir kim tarafından?

güvenmek

anonim_kullanıcı_4
En büyük zaaf,
en büyük ihtiyaç...

güvensizliği tek başına inşa etmez insan, tanıdığı herkes biraz yardım eder
Bu yüzden, dalından şüphe ettiğin ağacın, gölgesinde soluklanmayacaksın..

intihar arzusu

anonim_kullanıcı_4
Umutsuzluk ile cesaretin hayatta kesiştiği tek noktadır...
Umudun yitirildigi gün, yaşam biter..

''bir intihar olayı okuyunca, insana buz gibi ter döktüren şey, pencerenin demirlerinde asılı duran narin bir ceset değil, intihardan hemen önce o kalpte olup biten şeydir.''

aşk ütopyasında cellat olmak aşk ve seks hakkında her şey

anonim_kullanıcı_4
Aşk, güçlü bir bağlılık hissi ve kişisel bağlanma duygusudur.

Evrim ağacı - 2013

Türkçede biz bu duyguyu sevgi ve aşk diye iki seviyede incelesek de, İngilizcede böyle bir ayrım bulunmamaktadır ve her tür sevgi için "aşk" sözcüğü kullanılmaktadır. Türk Dil Kurumu aşk sözcüğünü şöyle tanımlamaktadır:

Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi, sevda, amor.

Sevgi sözcüğünü ise şöyle tanımlamaktadır:

İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu.

Dolayısıyla, aşkın sadece cinsiyetler arası sevgi olarak düşünülmesi kimi durumda hatalı olabilecektir. Ancak biz bu makale dahilinde Türkçe bir anlatımda bulunduğumuza göre, buradaki "aşk"tan kastımın “bireyin kendi cinsel yönelimi dahilinde, ilgi duyduğu cinsiyete karşı yoğun sevgi duyma hali”, yani günlük hayatta kullandığımız "aşk" olduğunu belirtmek isteriz. Bu tanımımızdan da anlayabileceğiniz ve eşcinsellik gibi konulardan da anlayabileceğimiz gibi aşk, erkekle dişiler arasında olmak zorunda olan bir duygu değildir.

Aşkın Evrimsel Temelleri

Aşk, diğer tüm duygular gibi sıradan ve yaygın bir duygu olduğuna göre, biyolojik olarak incelenebilmesi gerekmektedir. Gelin biraz buna bakalım:

Esasında aşkı sadece tek bir bilim dalı incelememektedir ve farklı açılardan ele alınabilmektedir. Örneğin aşkı inceleyen bilim dalları arasında evrimsel psikoloji, evrimsel biyoloji, antropoloji ve sinirbilim bulunmaktadır (ki bunların her biri, devasa bilimsel çalışma sahalarıdır). Biz burada yalnızca evrimsel biyoloji ve sinirbilim açısından ele alacağız.

İlk olarak, aşkın neden evrimleştiğini, yani bilimsel kökenlerini anlatmakta fayda görüyoruz. Bu sayede, aşık olduğumuzda vücudumuzda meydana gelen biyolojik ve fiziksel değişim kadarlerin nedenlerini daha kolay anlayabileceğiz.

Aşktan Sekse Yolculuk...

Evrimsel açıdan bakıldığında, aşkın evrimleşmesinin arkasındaki nedenleri tam olarak bilmek ne yazık ki mümkün değil. Çünkü duygular, arkalarında fosiller bırakmıyorlar ve doğrudan genlerle analiz edebileceğimiz unsurlar değiller: Bireyden bireye, zamandan zamana, mekandan mekana değişebiliyorlar ve çevreyle, kişinin kendi geçmişiyle ve daha nice unsurla çok sıkı bir ilişki içerisindeler. Hele ki aşk gibi bireyin bütün özelliklerinin toplamına bağlı olarak ortaya çıkan bir duygunun, bundan yüz binlerce ve hatta milyonlarca yıl önceki versiyonlarını görebilmemizin herhangi bir yolu yok.

Ancak evrimsel biyolojide sıklıkla başvurulan bir yöntem olarak, günümüzdeki (insan da dahil olmak üzere) hayvan türlerinin sevgi anlayışlarına/davranışlarına bakarak ve bunlar arasındaki paralellikler ile zıtlıkları analiz ederek, davranışsal bir evrim süreci belirlemek mümkün olabilmektedir. Üstelik bu davranışların fizyolojik kökenlerini anladıkça, genler üzerinden giderek ne gibi değişimler yaşandığını ve evrimsel süreçte aşkın ne gibi köşe taşları bulunduğunu konusunda çıkarımlarda bulunabilir, bu çıkarımları farklı hayvan gruplarında test ederek yanlışlayabiliriz. 

İlk bakışta, aşkın evrimleşmesinin en kritik nedenlerinden birinin seks olduğu açık bir biçimde görülecektir. Çünkü artık net bir şekilde bilindiği üzere, bütün canlılar hayatta kalmak ve üremek üzerine kurulu bir genetik yapıya sahiptirler; en karmaşık hayvan türlerinden, en basit yapılı bakterilere kadar... Bu, yaşamın var olabilmesinin en temel kuralıdır. Bu yolda, hayatta kalma veya üreme başarısını arttıracak her unsur ve yöntem, bir avantaj olacak, bu sebeple doğal süreçler içerisine seçilecektir. İşte aşk da, cinselliği sağlaması ve garanti altına alması açısından önemli bir unsurdur. Çünkü aşk, bireylerin birbirini anlaması ve birbirine bağlanması için çok güçlü bir hormonal unsurdur ve bu sayede, duygusal birliktelikten doğacak olan cinsel birleşme şansını kat kat arttırır. Bir duygu olarak aşk bu süreci, empati ve bağ kurma gibi ikincil duyguları içerisinde barındırarak yapar. Şimdi bunu örnekleyelim:

Hayali bir ortam düşünelim: Bu ortamda A grubu ve B grubu bulunsun. İki grupta da 200'er birey bulunsun. Bu 200'er bireyin 100'eri erkek, 100'eri dişi olsun. Anlatım kolaylığı açısından bu grubun tamamının heteroseksüel olduğunu düşünelim, yani erkekler dişilerden, dişiler de erkeklerden hoşlanıyor olsun. A grubunda, empati, bağ kurma, sevgi ve nihayetinde aşk gibi duygular bulunsun. B grubunda ise bu duyguların hiç bulunmadığını varsayalım.

Bu durumda, iki grup serbest bir şekilde bırakıldığında, üreme başarıları evrimsel açıdan aşkın neden evrimleştiğine dair fikirler verecektir: Muhtemelen, birbirine karşı empati, sevgi ve aşk duyan popülasyonlarda, kendisine uygun gördüğü bireye karşı saplantı duyma, arzulama ve aşk duyma gibi hisler, nihayetinde cinsel başarıyı da getirecektir. Diğer grupta ise, tamamıyla rastlantısal olacak olan çiftleşme, çok büyük ihtimalle birbiriyle uyumsuz bireylerin çiftleşmesi ihtimalini arttıracak, bu da popülasyonun geleceğini tehlike altına alacaktır. Yani aşk, seksin önünü açan ve onu garantileyen bir mekanizma olarak evrimleşmiş olabilir, bu çok muhtemeldir. Gerçekten de, evrimin Cinsel Seçilim mekanizmasının bir diğer adı "rastgele olmayan çiftleşme"dir. Bu, doğrudan aşka işaret etmek için kullanılmasa da, üremenin rastgele olup olmadığı evrimin yönünü belirleyen önemli bir faktördür.

Burada anlaşılması gereken kritik bir diğer nokta bulunmaktadır: kişisel arka plan. Bir kişiye aşık olup olmayacağımızı seçememekteyiz. Benzer şekilde, hangi bireye aşık olacağımızı da seçememekteyiz. Bunun neden olduğunu hiç düşündünüz mü? Bir erkek olduğunuzu düşünelim:

Bir dişiye aşık olduğunuzda, öncesinde durup düşünür müsünüz? Burnu 30 derece eğime sahip, gözleri birbirinden 5 santim ayrık ve mavi renkte, saçları 56 santimetre uzunluğunda ve sarı, boyu 1.66 ve kilosu 55. Bu kız tam bana göre!

Elbette böyle bir analizde bulunmazsınız. Tek bir bakış bile, beyninizin anında tek bir bireye saplanıp kalmasına neden olabilmektedir. Zaten evrimsel avantaj da buradan kaynaklanmaktadır: İmkan olan her ortamda cinsel başarıya ulaşmaktansa, o cinsel başarıyı sağlayacak unsurları yaratmanıza neden olacak bir duygunun evrimleşmesi son derece avantajlıdır.

İşte burada "kişisel arka plan" olarak tanımladığımız unsur, aşk için bu yüzden önemlidir. Sizin kime aşık olacağınızı, biyolojik ve kültürel arka planınız belirlemektedir. Biyolojik yapınız, yani genetik ve gelişimsel özellikleriniz sizin ilk bakıştaki tercihlerinizi belirlemede rol oynamaktadır. Kültürel özellikleriniz ise, aşık olacağınız kişilerin sizin için sosyal anlamda ne kadar uygun olduğunuzu belirlemenizi sağlayacaktır.

Kimi zaman ilk bakışta çok güzel/yakışıklı bulduğumuz kişilerden, onlarla konuştuktan ve sosyokültürel durumunu anladıktan sonra soğuyabiliriz. Tam tersi şekilde, ilk bakışta beğenmediğimiz kimselerle konuştukça, onlara aşk duyduğumuzu fark edebiliriz. İşte beyniniz, tüm bu süreçler olurken, sizin sosyobiyolojik arka planınız ile söz konusu şahsın arka planı arasındaki uyumluluğa bağlı olarak aşk duygusunu, sizin kontrolünüzden tamamen bağımsız olarak gerçekleştirebilmektedir. Kişisel zevklerimizin, genetik ve çevresel birçok unsurdan ötürü birbirinden tamamen farklı olması, aşkın hedeflerinin de tamamen farklı olmasına neden olmaktadır. Bu yüzden kimi zaman çiftleri birbiriyle yakıştıramaz ve birbirlerine layık görmeyiz; ya da tam tersi şekilde birbirlerine uyumlu buluruz.

Dolayısıyla, evrimsel açıdan bakıldığında, A ve B grupları arasındaki başarılı çiftleşme oranı kıyaslanacak olursa, A grubunun daha başarılı yavrular üretebilmesi çok daha muhtemeldir. Belki B grubu da başarılı olabilecektir (sonuçta üremeyi başarmaktadırlar); ancak A grubunun yavruları, nesiller geçtikçe, B grubundan daha üstün olabilecektir. Zaten evrimsel bir analiz de ancak bu şekilde yapılabilir: Uzun vadede, nesiller boyunca iki popülasyon içerisindeki uyum başarısı grafiklerinin nasıl değiştiği önemlidir. Hele ki değişen çevre koşullarında, aşk ve bağlılık gibi duygular sayesinde uygun bireylerin birbirleriyle çiftleşmesi, gelecek nesillerin daha uyumlu olmasını garanti edebilir.

Tüm bunların, evrimsel biyoloji dahilinde çok basit bir nedeni vardır: cinsel seçilim. Esasında beyninizin, ilk etapta tamamen içgüdüsel olarak yaptığı seçimler, en güçlü evrim mekanizmalarından biri olan cinsel seçilimin işleyişini yansıtmaktadır. Cinsel seçilimin etki ettiği davranışsal özelliklerin de aşkla ilgili yönelimlerimizde büyük rolü olduğunu söyleyebiliriz. Tüm canlıların özellikle içgüdüsel davranışları, seçilim sonucunda başarılı olabilecek şekilde özelleşmiştir. Elbette, her zaman olduğu gibi, popülasyon içerisinde geniş bir çeşitlilik (varyasyon) vardır: Bazı bireyler daha isabetli seçimler yapabilecek dürtülere sahipken, bazıları bundan yoksundur. Değişen çevre koşulları dahilinde, bu çeşitlilik çerçevesinde en uyumluların sürekli seçilimi evrime neden olacaktır. Bu evrimin içerisinde aşk gibi duygular da, cinsel seçilim (dolayısıyla evrim) tarafından desteklenmektedir.

Türümüzün (ve diğer birçok türün) dişileri ve erkekleri, birbirlerini belli özelliklerine göre seçmektedirler ve kendilerine uygun buldukları özelliktekilerle çiftleşmeyi tercih etmektedirler. İşte bu, evrimin cinsel seçilim mekanizmasıdır. Beyin bakımından oldukça gelişmiş bir hayvan türü olarak insanda, bu seçilim sadece fiziksel özelliklere göre değil, daha önce de açıkladığımız gibi arka plan bilgilerimize bağlı olarak da yapılmaktadır. Ancak ne olursa olsun, ortada bir seçim vardır ve bu seçim, evrimsel süreçte gelecek nesillerdeki bireylerin (yavrularımızın) genetik yapısına doğrudan etki etmektedir.

Bu sebeple, cinsel seçilimin etkili olmadığı, yani cinsiyetlerin birbirlerini herhangi bir öncül koşula bağlı olarak seçmedikleri, rastgele çiftleşen türler bile günümüzde hayatta kalabilmektedir; ancak birçok türde cinsel seçilim etkilidir. Bunun sebebi, aşk, sevgi ve bağlılık duygularının popülasyonun cinsel başarısını arttırıyor olması olabilir.

Öte yandan, aşkın sadece cinsel başarı için evrimleşmediğini düşünen birçok bilim insanı da bulunmaktadır. Zira hem insan, hem de diğer hayvan türleri incelenecek olursa, her aşkın sonu, seks ile bitmemektedir (büyük bir çoğunluğu sonunda buna ulaşıyor olsa da). Benzer şekilde her seks, aşka dair duyguları da beraberinde taşımamaktadır. Örneğin çiftleşme sonrası erkeğinin kafasını kopararak yiyen dişi mantisin veya benzer şekilde üreme sonrasında erkeğini öldüren bir karadulun o sırada pek de aşk dolu duygular beslemediği aşikârdır (mantislerin aşk anlayışı bizden çok farklı değilse tabii). Bu durumda, aşkın evrimsel geçmişinde başka bir sebep daha yatıyor olabilir. İşte evrimsel psikologlar, bu konunun detaylarını aydınlatmak için çaba sarf etmektedirler. Şimdi bu konudaki bazı önemli bulgulara değinelim.

Evrimsel Psikolojinin Aşka Yaklaşımı

Bağ... Evrimsel süreçte, özellikle toplumsal bir yapıya sahip olan sosyal türlerde, popülasyonu bir arada tutan en önemli özelliklerden biri, bireyler arasında oluşan bağlardır. Ebeveyn ile yavru arasında, benzer dönemde doğmuş bireyler (genelde kardeşler ve yaşıtlar) arasında, erkekler ve dişiler arasında oluşan bağlar, sosyal yapıyı güçlendirmekte ve evrimsel olarak avantajlı bir konuma geçilmesini sağlamaktadır. Ayrıca bu bağ duygusu, empati duygusunu da beraberinde getirmekte, böylece bencil ve bireysel davranan bireyler yerine, bir bütün olarak hareket edebilen türler evrimleşebilmektedir. Dolayısıyla türün devamlılığı ve gücü açısından aşk duygusu önem arz etmiş olabilir. Rastgele çiftleşen bireylerde, ebeveynleri ile yavrular arasındaki sevginin farklı bir forma dönüşmesi, cinsiyetler arası sevginin evrimleşmesine neden olmuş olabilir. Çünkü özellikle ebeveyn ile yavru arasındaki sevgi, karşılıklı bir gizli çıkar ilişkisine dayanmaktadır. 

Her ne kadar "anne sevgisi", kültürel yapımız içerisinde "yüce" olsa da, evrimsel ve bilimsel açıdan oldukça çıkarcı bir ilişkinin ürünü olarak gelişmiştir: Anne, yavrusuna bakarak kendisinin daha ileriye götüremeyeceği genlerinin, gelecek nesillere aktarılmasına katkı sağlamış olur. Yavruysa, annesi tarafından bakılarak, diğer yavrulara göre avantajlı konuma geçebilir. Böylece hem yavru, hem anne evrimsel açıdan kazanmış olur. Elbette bu bilinçli veya art niyetli olarak yapılmaz; ancak organizmaların genetik donanımının bu tür bir bencillikle yüklü olduğunu gösteren sayısız veri vardır. Ne var ki özellikle kültürel evrimimiz sayesinde geliştirdiğimiz diğer sosyal özellikler, bu tür bencillikleri çoğu zaman baskılayabilmektedir. Örneğin bir başkasının çocuğuna ve hatta başka türlerin yavrularına, tamamen karşılıksız gibi gözüken bir sevgi besleyebiliriz (her ne kadar bu tür sevginin bile karşılıklı olduğunu iddia edebilecek sayısız bilim insanı bulunsa da).

Dolayısıyla aşkın evriminin temelleri, cinsel güdüler ve toplum bireyleri arasındaki bağın, türün devamlılığına katkı sağlıyor olmasına dayanmaktadır diyebiliriz.


Bir diğer önemli nokta, ebeveynler arasında kurulacak bağın yavrular için önem arz ediyor oluşudur. Çoğu türde erkekler, çiftleşme sonrasında yuvayı terk ederek yeni potansiyel eşler aramaya başlarlar. Bu, kimi tür için avantajlı bir strateji olsa da, türümüz için pek de avantajlı olduğu söylenemez. Çünkü beyin yapımızın evriminden ve kafalarımızın büyüklüğünden dolayı, iki ayak üzerinde yaşamaya uyumlu türümüzün doğumu oldukça sancılı bir hal almış, evrimsel süreçte bebeklerimizin ve dişilerimizin vücutları bu zor doğumu başarabilecek bazı değişimler geçirmiştir: Kafataslarımız yumuşak ve esnek olarak doğarız, anneler doğuma yakın ağrı kesici etkisi olan hormonlar salgılarlar, vs.

Ancak hepsinden önemlisi, insan türünün bebekleri, gelişimlerinin daha çok başlarındayken doğarlar ve gelişim evrelerinin büyük bir kısmını, ana karnının dışında, vahşi yaşam içerisinde geçirirler (günümüzde bu yaşam artık herkes için “vahşi” olmasa da). Dolayısıyla türümüzün bebekleri, evrimsel açıdan oldukça dezavantajlı bir konumdadır, ancak böylesine büyük bir beyin için, iki ayak üzerinde duran ve dolayısıyla doğum kanalı iki bacağının arasına hapsolmuş ve dar kalmak zorunda olan bir tür dahilinde, bu şekilde bir evrim kaçınılmazdır. İşte bu sebeple, biyolojik evrimin şekillendirdiği kültür, insan ebeveynlerinin arasındaki bağı güçlendirecek şekilde gelişmiştir. Bunu başaramayan veya bu tür bir duruma daha uyumsuz olanlar her nesilde elenmiştir.

Bunun nasıl olduğunu anlamak oldukça basittir: Her bireyin, evrimsel süreç içerisinde sahip olduğu karakterler vardır, bunu yazı içerisinde “kişisel arka plan” olarak tanımlamıştık. İşte bu arka plan dolayısıyla, bazı bireyler aile kavramına ve sevgiye daha eğilimli iken, bazıları bundan daha uzaktır. Dolayısıyla vahşi yaşamda, eğer ki aile ve bütünlük kavramlarını destekleyecek durumlar oluştuysa (ki az önce anlattığımız sebeplerle türümüz üzerinde bu tür bir baskı oluşmuştur), birbirine daha fazla bağlılık duyan ve dolayısıyla aile kurmaya ve sürdürmeye daha meyilli olanlar avantajlı konumda olacaktırlar. Bu avantajın evrim süreci içerisinde sürekli seçilimi, aşk gibi bağ duygularının gelişmesini ve güçlenmesini sağlamış olabilir. Bir arada kalarak, yavrularını daha uzun süre, daha güçlü bir şekilde koruyan bireyler, kaçınılmaz olarak daha avantajlı olacaktırlar. Dolayısıyla, kendi genlerinin bir karışımı olan yavrular arasından da, bu eğilime en yatkın olacak şekilde genlere sahip olanlar ve bu duygulara en aşina olarak yetiştirilen bireyler, vahşi yaşamda daha avantajlı olacaktırlar. Bu da aşk gibi duyguların her nesilde daha da artması ve popülasyon içerisinde sabitlenmesi anlamına gelir.

Görülebileceği gibi aşkın evrimini tek açıdan incelemek oldukça zordur. Doğum biçimimizden, iki ayak üzerinde yürüyecek şekilde evrimleşmemize, beyin yapımıza ve büyüklüğüne kadar sayısız unsur, aşk gibi bir duygunun evriminde rol oynamış olabilir. Ancak ne olursa olsun, aşkın evrimsel açıdan uyum sağlıyor oluşu, bu özelliğin türümüzde sabitlenmesini garantilemiştir.


Diğer Hayvanlar Aşık Oluyorlar Mı?

Bu evrimsel bakış açısını tamamlamadan önce, diğer hayvan türlerine kısaca bir bakış atmakta fayda olduğunu düşünüyoruz. En nihayetinde evrim, var olmuş, var olan ve var olacak tüm türlerin birbirleriyle akraba olduğu gerçeğini bizlere gösterdi. Bu durumda, sahip olduğumuz özelliklerin aynılarını veya benzerlerini kuzen türlerde görmeyi beklemek son derece doğaldır.

Açıkçası diğer türlerde aşk kadar güçlü bir sevgi unsuruna doğrudan rastlanmamaktadır. Bu, evrimsel biyolojide son derece aşina olduğumuz bir durumdur. Zira bir duygu olarak aşk, beyinde olup biten bir olgudur ve bizim beynimiz kadar gelişmiş bir beyne sahip hiçbir canlı evrimleşmemiştir. Bu durumda, beyinden kaynaklı bir unsurun bu karmaşıklıkta, bir diğer türde olmasını beklemek hata olacaktır. Fakat buna rağmen, birçok diğer hayvan türünde sevgi anlayışının olduğunu görüyoruz, özellikle de duygusal açıdan son derece gelişmiş bir canlı grubu olan memeli hayvanlarda…

Hayvanların sadece içgüdüler ile hareket etmedikleri, bizler gibi bilinç, algı ve düşünce sahibi oldukları bugün artık yaygın olarak bilinen ve kabul edilen bir gerçektir. Dolayısıyla bu canlıları birer robot, programlanmış birer makine olarak görmek tamamen hatalı olacaktır. Diğer hayvanlar da düşünerek kararlar alabilir, tercihlerde bulunabilir. Ancak aşk gibi neredeyse tamamen içgüdüsel olan duygularda zaten algısal zekaya pek de yer kalmamakta, bilinçli tercihler önemsiz sayılmaktadır.

Diğer hayvanların keyif, empati, acı, keder, utanç, öfke duyduklarını gayet net bir şekilde biliyoruz. Peki ya aşk? Tam olarak “aşk” biçiminde tanımlanabilir mi, henüz kesin bir veri yok; ancak hayvanların sevgi duydukları çok aşikar. Bir köpeğin sahibine duyduğu hayranlık ve bağlılık bunun en yaygın örneklerinden birisidir. Ayrıca en yakın kuzenlerimiz olan bonobo maymunlarının bazı popülasyonlarında, tıpkı insanlarda aşkın evriminde olduğu gibi, birbirine aşk duyan ve dolayısıyla bağlılıkları daha güçlü olan bireylerin yavrularının daha avantajlı olduğunu gösteren veriler elde edilmiştir. Yani onlarda da, bizimkisi gibi bir aşk duygusunun evrimleşmiş ve evrimleşiyor olması çok muhtemeldir.

Türümüzü ayırt eden özelliğimizin beynimiz olduğunu söylemiştik. Diğer hayvanlarda, benzer duygular evrimleşmiş olmasına rağmen, bunların bizdeki kadar karmaşık olmamasının sebeplerinden biri beynimizin evrimidir. Bir diğer sebep ise, bu evrime paralel olarak gelişen sosyokültürel yapımızdır. Yani türümüz, çok karmaşık bir sosyal ağa sahiptir ve bu, biyolojik evrim sonucunda ortaya çıkan birçok özelliğin, kültür çerçevesinde yeniden tanımlanmasına neden olmuştur. Bu çok derin ve apayrı bir konudur; ancak aşkın edebi ve felsefi yorumları, günümüzde eşcinsellere yapılan baskılar, vb. aşk ile ilintili unsurlar incelenecek olursa, bu konunun arkasında biyolojik evrimden daha fazlası olduğu görülebilecektir. Ne var ki kültürel olan her şeyin temelinde, biyolojik bir arka plan yattığını görebilmekteyiz. İşte bu sebeple, diğer hayvanlar üzerindeki incelemeler çoğaldıkça, aşkın evrimsel kökenlerine de daha net bir ışık tutulacağı ortadadır. Şimdilik, diğer hayvanların birçoğunun, bizler kadar karmaşık olmasa da, net bir sevgi anlayışları olduğunu söylemek muhtemelen hatalı olmayacaktır.

Aşkın Sinirbilimsel Temelleri

Aşkın sinirbilimsel temelleri, bize o sırada neleri, neden hissettiğimize dair çok net veriler sunmaktadır. Öncelikle, aşkın diğer tüm duygular gibi tamamen hormonal bir sürecin sonucunda vücudumuzda oluşan tepkilerin toplamında hissedilen bir duygu olduğunu hatırlayalım. Yani aşkı anlamak istiyorsak, arkasındaki nörokimyasal temelleri anlamamız gerekmektedir.

Bilimsel açıdan baktığımızda, aşk duygusuna neden olan temel hormonlar ve kimyasallar olarak karşımıza sinir büyüme faktörü, testosteron, östrojen, dopamin, norepinefrin (noradrenalin), serotonin, oksitosin ve son olarak vazopressin çıkmaktadır. Görülebileceği gibi aşkın bize karmakarışık hisler yaşatmasının nedeni, oldukça karmaşık bir hormonal dengeye dayalı olmasıdır.

Aşkın Endokrinolojisi

Şimdi, evrimsel biyoloji ile ilgili açıklamalarımızdan da yola çıkarak, kendimize uygun gördüğümüz (biyolojik veya kültürel olarak) bir bireyle karşılaştığımızda, bu sayılan hormonların vücudumuzda ne gibi değişimler yarattığına bir göz atalım:

Testosteron

Özellikle ilk aşık olma anında ve yakın çevresinde etkili bir cinsiyet hormonudur. İlgi duyduğunuz cinsiyete karşı şehvet ve istek duymanıza, bu cinsiyeti arzulamanıza neden olur. Dişilerde az miktarda bulunur ve bu görevleri vardır; ancak bunun haricinde erkeklerde, aşkın ilk evrelerinde penisin ve testislerin muhtemel bir cinsel birleşmeye hazırlanmasını sağlar. Cinsel dürtü uyandıran bireylere karşı penisin dikleşmesine neden olur. 

Östrojen

Özellikle ilk aşık olma anında ve yakın çevresinde etkili bir cinsiyet hormonudur. İlgi duyduğunuz cinsiyete karşı şehvet ve istek duymanıza, bu cinsiyeti arzulamanıza neden olur. Erkeklerde az miktarda bulunur ve bu görevleri vardır; ancak bunun haricinde dişilerde, vajinanın ve döl yatağının olası bir cinsel çiftleşmeye hazırlanmasını sağlar. İlgi duyulan bireye karşı vajinanın ıslanmasına neden olabilir.

Sinir Büyüme Faktörü

Aşk hormonları arasına göreceli olarak yeni katılan bu kimyasal, özellikle ilk aşık olduğumuz zamanlarda hızla artışa geçmekte, 1 seneden sonra ise kademeli olarak azalmakta ve eski haline dönmektedir. Dolayısıyla bilim insanları, gerçekte aşkın ömrünün 1-2 sene civarında olduğunu düşünmektedirler. Bu da esasen mantıklıdır; zira insanın tek bir bireye takılı kalması, evrimsel çeşitlilik önünde engel arz etmektedir. Ne var ki insanın kültürel yapısı, onu tekeşli bir sosyal yaşantıya itmiştir; bu sebeple ilk zamanki gibi bir aşk duygusu olmasa bile çiftler hem sosyal sorumluluklar nedeniyle, hem de birbirlerine duydukları bağlılık ve sevgi/saygı ilişkilerinden ötürü onlarca yıl birlikte kalabilmektedir. Ancak tekrar etmek gerekir ki, hem insan, hem de yakın akrabaları, sosyal olarak tekeşli olsalar bile, cinsel olarak çokeşli olacak şekilde evrimleşmiş türlerdir.

Dopamin

Sinirsel bir iletim kimyasalı olan dopamin, salgılandığı zaman vücutta mutluluk ve huzur hislerini uyandırır. Bireye ek bir enerji ve dikkat katar. Bu sayede, aşık olunan birey üzerine odaklanılır ve ona ulaşılmak için gereken ek enerji ve dikkat sağlanabilir. Bu da, evrimsel açıdan ileri sürülen argümanları desteklemektedir. Ayrıca, aşık olmaktan hoşlanmamızın sebebi, bu güzel duygulardır. Çeşitli uyuşturucu ve sakinleştirici ilaçların yarattığı etkiyle aynı etkiye neden olur.

Noradrenalin

Aşık olduğumuzda duyduğumuz strese karşı salgılanan bir hormondur. Stres, birey üzerinde oluşturulan her türlü çevresel baskıdan kaynaklanabilir ve aşk, bu baskılardan sadece biridir. Ancak noradrenalinin salgılanması sebebiyle kalp atışları hızlanır, dudaklar ve ağız kurur, kaslara giden kan artar, mide ve bağırsak kasları gevşer. Bu da yine, olası bir çiftleşmeye hazırlık evresi olarak görülebilir. Ancak daha önemlisi, aşkın tarih boyunca hep kalp ile eşleştirilmesi yanılgısının ana sebebi budur. Noradrenalin nedeniyle, aşık olduğumuzda kalbimiz hızlandığından ve midemizdeki kaslar gevşediğinden, "kalp ile aşık olduğumuzu" ve "karnımızda kelebeklerin uçuştuğunu" hissederiz. Bu, bilimsel olarak hatalıdır. Aşık olan tek organ beyindir.

Serotonin

Başlıca mutluluk hormonu olan serotonin, aşkın da temel hormonları arasında yer almaktadır. Ancak serotonini aşk açısından özel kılan, bu mutluluk hissinden çok, obsesif-kompulsif davranış bozukluğuna sahip, bir diğer deyişle "takıntılı" insanlarda bu hormonun aktivitesindeki sorundan kaynaklanan bir açıklamanın bulunuyor olmasıdır: Aşık olduğumuzda, tek bir kişiden başkasını düşünememe sebebimiz, serotonin düzeylerindeki dalgalanmadır. Kısaca aşık olduğumuzda, tıpkı ciddi bir hastalık olan obsesif-kompülsif davranış bozukluğunda olduğu gibi, takıntılı bir hal alırız. Bu da yine, arzulanan hedefe ulaşmak için evrimsel avantaj sağlayan bir hormonal düzenlemedir.

Oksitosin

Sinir Büyüme Faktörü'nde aşkın ömründen biraz bahsetmiştik ve teknik olarak aşkın bitmesine rağmen çiftlerin genelde uzun yıllar bir arada kalabildiklerini söylemiştik (esasen birçok ülkede evliliğin ortalama süresi 7-10 yıl olarak verilmektedir). İşte bu uzun süreler birlikte kalabilmemizi sağlayan, aşkın bir diğer unsuru olarak gösterdiğimiz bağ duygusudur. Oksitosin, bağlılık duygumuzu güçlendirerek eşimizden ayrılmamamızı sağlamaktadır. Oksitosin seviyesinde anormallikler olan bireylerin evliliklerinin de başarısız olduğu düşünülmektedir. Ayrıca oksitosinin ebeveyn-yavru ilişkilerinde de üst düzeylerde salgılanıyor olması, aşkın evrimsel kökenleriyle ilgili argümanlara destek olmaktadır. Bunun haricinde oksitosin, yanı zamanda cinsel orgazm sırasında da doruk düzeyde salgılanmaktadır. Bu da, aşk ile cinsellik arasındaki bağ hakkında fikirler vermektedir. 

Vazopressin

Tıpkı oksitosin gibi vazopressin de uzun dönem bağlı kalmayı sağlayan hormonlardan biridir. Ebeveyn-yavru arasında kurulan ve ömür boyu sürmesinin avantajlı olduğu bu bağlar, cinsiyetler arasında da kurulduğunda, toplumsal bir başarı ve istikrar sağlanabileceği düşünülmektedir. Bu sebeple evrimsel süreçte bu tip bir bağlılık duygusunun evrimleştiği düşünülmektedir. Ayrıca vazopressin, seks sonrasında salgılanmaktadır. 

Aşkın Fizyolojisi

Tüm bu hormonal değişimlere bağlı olarak vücudunuzda bir dizi fizyolojik değişim yaşanır. Bunların bir kısmı fiziksel olarak dışarıdan gözlenebilir; diğerleri ise psikolojik olarak tarafınızca deneyimlenebilir. Bu durum sevdiğimiz birini gördüğümüz zaman yaşadığımız baştan aşağı heyecanlanma hissini veya o özel kişiyle tanıştıktan sonra hissettiğimiz "sarhoşluk" hissini açıklamaktadır. Bunlara bir bakış atacak olursak:

Sonuç

Dolayısıyla, aşkın evrimsel ve biyolojik kökenlerine bakıldığında, son derece sıradan ve anlaşılır bir duygu olduğunu görebiliriz.

Elbette kültürel evrimimiz dahilinde aşka ve diğer duygulara anlamlar yüklememiz son derece olağandır. Ancak bunları abartarak, bilime dahil etmeye çalışmak, akıl dışı olacaktır. 

Tüm bunları, aklınızın bir köşesinde bulundurarak, ömrünüzü aşk dolu yaşamanızı dileriz
1
mars mars
okumadım ama bastım şukuyu.

insan

anonim_kullanıcı_4
hayvanlar alemindeki, Kordalılar şubesine, omurgalılar alt şubesine, memeliler sınıfına, doğuran memeliler alt sınıfına, eteneliler intra sınıfına, primatlar takımına, kuru burunlu maymunlar alt takımına, İnsansılar familyasına ait cinsi homo, türü sapiens olan bir canlıdır..
1
yakasyrtk yakasyrtk
Sapiens'ten öncekiler insansı sayılıyordu değil mi?

fahişeliğin tarihsel değişimleri

anonim_kullanıcı_4
selam sevgili sözlük yazarları..
bugün fahişeliğin tarihni ele alalım. fahişelik için zamanda bir yolculuğuna çıkalım, ve fahişeliğin doğuşunu, olgunluğunu ve ölümünü birlikte anlamaya çalışalım. o zaman zaman makinemiz çalışsın..

mö 1760 yıllarına, babil krallığına gidiyoruz. 6. babil kralı, hammurabi dönemine. babil krallığı dönemin zengin ve halkı refah içinde yaşayan bir toplumdu. ve mö 18. yüzyılda elimize sağlam ulaşan sayılı kaynaklarda fahişelere ilk orada rastlıyoruz. hammurabi kanunları içerisinde fahişelerin haklarını koruyan yasalar bulunduğunu da biliyoruz. örneğin fahişelerin miras hükümleri korunmuştur. mö 18. yy ile 7. yy dönemine kadar fahişelik halk arasında yapılan azizlik seviyesine kadar ulaşmadan böyle devam eder. daha sonra elimizdeki belgelere bakarak mö 6-7 yy'a elimize antik yunan tanımlamaları çıkıyor.
antik yunan toplumlarında ise fahişeliği üç sınıfa ayrıldığını görüyoruz. bunlar;
-herhangi bir kuralı olmayan sokak fahişeleri
-köle fahişeler
- hetaeralar (eğitimli kültürlü hayat kadınları, erkeklerle cinsel ilişki ile beraber entellektüel sohpetler de yapabilen kadın grubuydu)

sokak fahişeleri hem erkek hem de kadın olabiliyorlardı. ama hetaeralar hep kadındır.
bu sınıfsal fahişeler, mö 640- 560'ta yaşayan romalı devlet adamı solon'un ülke çapında açtığı genelevlerle (500) bir yenililik kazandı. zaten solon yaptığı reformlar'la antik yunanda reformların ilk temelini atmıştır..
ancak bu refomlardan sonra solon'dan sonra gelen Reccared (ms 587)genelevleri yasaklamıştır. Reccared yeni hristiyan olmuştur ve hristiyan aristokrasisi Reccared'dan fahişeliği yasaklamasını ister, Reccared ise fahişe kiralayan erkeklere bir ceza vermeyip, erkeklerle yasak ilişki yaşamaktan yargılanan kadınları 300 kırbaç ile kırbaçlatıp başka bir şehre sürgüne göndermeyi yasallaştırmıştır.

dünyada ise kral II.henry (1161) fahişeliği londra'da denetim altına almış, fahişelerin yalnızca bekar olmasını istemiştir. daha sonra 1358 tarihinde Venedik Büyük Meclisi fahişeliğin dünya için kesinlikle vazgeçilmez olduğunu açıklamış ve İtalyan büyük şehirlerinde 14. ve 15. yüzyıllar boyunca devlet destekli genelevler kurulmuştur.
bu dönemde, fahişeliğin göze batan ama, engellenemeyecek bir mesele olduğu bilinci yavaş yavaş dünyada yaygınlaşmaya başlanmıştır.
yasalar nezdinde fahişeliğe hala büyük cezalar bulunmasına rağmen, bu cezalar dünyada çoğu zaman uygulanmıyordu. devlet, fahişelik ve genelevlerin kontrolünü tamamen ele almakla uğraşıyordu bu dönem. ancak bu kontrol çalışmaları çok uzun sürmedi.

1586 yılında papa V. Sixtus, yeni papa seçilir seçilmez, bütün fahişelerin öldürülmesini istedi. sadece 5 yıl hüküm sürdüğü için bunun dünyada çok uygulanıp uygulanmadığı hakkında çok kesin deliller bulunmamaktadır. ayrıca V. sixtus, hamileliğin hangi döneminde olursa olsun, kürtajın bir cinayet olduğunu dile getiren ilk papa olma özelliğini de barındırır. avrupada yaşanan bu çalkantılı dönemle beraber devlet, fahişeliğin ve yasadışı ilişkinin önünü alamaz hale gelir. hristiyanlığın artık devletin bütün damarlarına işlemesi ile beraber 1802 yılında fransa'da büyük ihtilalin yaşanması ile beraber fransada adına Bureau des Moeurs adı verilen bir ahlak bürosu kuruldu.
bu büro, fransadaki genelevlerin takibini yapacak, bir polis gücüydü. yasadışı genelevlerin, ve fahişeler adeta bir suç merkezi haline gelmesi bu kararda çok etkili olmuştur. cinayetler, ve yasadışı devlet aleyhindeki birtakım yapılanmalara yuva haline gelmesi ile beraber, yeni devrim hükumeti fransa'da genelevleri polis denetimine bağlamıştır.

dünyadaki bu gelişmelerin ardından, 1956 yılında hindistan fahişeliği resmi olarak yasaklasa da, sanki aksi bir karar alınmış gibi günümüzde mumbai fahişeliğin başkenti olarak anılmaktadır. yasaklar her zaman cezbedicidir elbette.
1956 yılı ile 2019 yılı arasında ise geçen süreçte almanya fahişeliği resmi bir meslek olarak kabul etmiştir. ve avrupa'da ise fahişelik kurallarla serbest hale getirilmiştir.
ülkemizde ise, sosyal evler adı altında birtakım yapılanmalar da bulunur. bir kısmı, sağlık taramalarından geçirilir, bir kısmı geçirilmez. ülkemizde bu işler yarım yamalak devam etmektedir. ki zaten herkesin bildiği üzere, türkiye'de yasal olanı, yasadışı olanından çok çok azdır.. ve elbette suçtur. daha kapsamlı kanunlar ile düzenlenmesi gerekir. fahişeliğin yeri geldiği süreçte uzun ve daha detaylı okuma için (bkz: cinselliğin tarihi) adlı başlığa göz gezdirebilirsiniz...
5 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol