confessions

medical doctor

1. nesil Yazar - Yazar -

  1. toplam entry 8
  2. takipçi 0
  3. puan 2070

yazarların en yetenekli olduğunu düşündüğü konu

anonim_kullanıcı_4
1 komando taburu arasından(ısparta eğirdir dağ komando okulu 900 kişi) alınan Komando, keskin nişancı atış birincisi brövem vardı askerde. Ayrıca Hususi, Smith wesson revolver, marka tabancam da var, arada poligona gider stres atarım. Elim mi yatkın, o zamanki aldığımız eğitimden dolayı mı böyle bilmiyorum.. Arkadaşlarım genelde poligonda Benimle iddiaya tutuşmazlar.
(bkz: uzun dönem askerlik)

tüm detaylarıyla ilk yardım nedir kriz ve acil durumda ne yapılmalıdır

anonim_kullanıcı_4
merhaba değerli yazar dostlarım.. hepinizi en derin ve içten duygularla selamlarım.. bugün, yaşamda karşımıza aniden çıkan kriz, yaralanma, kaza, hastalık, boğulma durumlarında karşımızdaki kişiye nasıl müdahale etmeliyiz, onu ölüm ile yaşam arasındaki çizgiden nasıl kurtaracağımız hakkında her vatandaşın bilmesi gereken bazı temel bilgileri aktarmaya çalışacağım..
umarım aşağıda belirttiğim hiçbir durumu yaşamazsınız, ancak bunlar hayatın gerçekleridir. bu üzücü gerçeklik bizim başımıza geldiğinde, bu bilgileri bilmezsek ve gerekli zamanda yoksa sevdiklerimizin gözümüzün önünde yok olup gidebilir...
bunları bilelim, ama kader bize bunlarla karşılaştırmasın...
hepinizi seviyorum, haydi başlayalım..

kazalardaki ölümerin %50 si olay anındaki ilk 30 dakika içerisinde olmaktadır. doğru ilk yardım uygulamaları ile bu oran çok çok aşağı çekilebiliriz. ilk yardımın amacı, ilaç tıbbi ekimpan olmaksızın ilaçsız bir şekilde yaşamsal fonksiyonların devamlılığını, durumun daha kötüye gitmesine engel olmaktır...
size, arkadaş, abi, dost ve bir doktor tavsiyesi bırakıyorum.
bir hayatı ölümün ellerinden çekip almanız gerektiğinde 'cesur olun'
ister yaralı, ister doktor olun. unutmayın, ölümü ancak cesaret yenebilir...


bir kazaz yerinde, öncelikle koruma usüllerini uygulamamız gerekir. örneğin arabanın kontağını kapatmamız, gaz veya tüp vanalarını kapatmalıyız. hepatit b,c hıv.aids gibi bulaşıcı hastalıklara karşı eldiven kullanmalıyız. olay yerini görünür bir biçimde işaretlemeliyiz. meraklı kişileri uzaklaştırmalıyız. kesinlikle kaza alanında sigara içmemeliyiz. daha sonra 112 acil ekiplerini aramalı, ve telefonda telaşlı konuşmamalıyız. telaşlı olmak ekibin gelmesini geciktirir. arandığında
kesin yer ve adres, kim, hangi numaradan arıyor, olayın tanımı, hasta ya da yaralı sayısı, durumu, nasıl bir yardım aldıkları açıklamalıyız.

siz de olay esnasında, hastayı/yaralıyı konuşabiliyorsa, endişelerini öncelikle gidermemiz gerekir. hastanın kendi yarasını kesinlikle görmesine engel olmalıyız. ve özellikle yaralıyı yerinden kımıldatmamamız gerekir. yerde sürüklemek, oturur vaziyette bekletmek, ayağa kaldırmak, konuştumak bunlar kesinlikle yanlıştır. yaralıyı 1. kural kımıldatmıyoruz. olayın niteliğine göre gerekli müdahaleyi yapıyoruz.

bir olay anında, hiçbir şey bilmiyorsanız,
bir trafik ve araç kazası ise kontağı kapatıp el frenini çekerek lpg'li aracın tüp vanasını kapatın
Hasta/yaralıyı yerinden oynatmayın
Bilinci kapalı olan hasta/yaralıya ağızdan hiçbir şey
vermeyin
Hasta/yaralıları sıcak tutun
Hasta/yaralının yarasını görmesini engelleyin
Yardım ekibi gelene kadar olay yerinde kalın
Tıbbi yardım isteyin (112).
Kıvılcım oluşturacak ışıklandırma ya da çağrı araçları
kullanmayın/kullanımına izin vermeyin.

1. bölüm Solunum yolları kazalarında müdahele ve durum değerlendirmesi
olay anında öncelikle solunum yollarını kontrol etmemiz gerekir, bunu gerçekleştirebilmek için ise Hasta/yaralının ağız içini kontrol ederek yabancı
cisim varsa işaret parmağınız ile çıkarmamız gerekiyor. ardından ise Bir elinizi hasta/yaralının alnına, diğer elin 2 parmağını çene kemiğinin üzerine koyun, alından bastırılarak başı geriye doğru itip Baş Geri-Çene Yukarı pozisyonuna getirin.



ve bu durumdan sonra - bak dinle hisset - modelini 10 sn kadar uygulayacağız. bak dinle hisset anında gözümüzle solunum olmadığına bakıp, kulağımızı yaralının ağız ve burun kısmına yaklaştırıp solunum olup olmadığını dinleyecek, nefesini ise hissedeceğiz.



bilinç kapalı ancak solunum varsa hastanın-yaralının nabzını değerlendireceğiz. yetişkin ve çocuklarda şah damarından 3 parmak ile 5 saniye, bebeklerde ise kol atardamarından 3 parmak ile 5 saniye şeklinde değerlendireceğiz. eğer solunum ve nabız alıyorsak, hastayı derhal koma pozisyonuna getirmemiz gerekir. [ileride detaylı olarak anlatacağım]

solunum yolu tıkanmaları 2 gruba ayrılır. kısmi tıkanma, tam tıkanma olarak. kısmi tıkanmada kişi Az da olsa, bir miktar hava geçişinin olduğu durumdur, Kişi öksürür, nefes alabilir, konuşabilir. İlk yardım olarak kişiye dokunulmaz ve öksürmeye teşvik edilir
tam tıkanmada ise Hava girişinin tamamen engellendiği durumdur .Kişi nefes alamaz, acı çeker gibi ellerini boynuna götürür, konuşamaz, rengi morarır.

Yetişkin ve Çocuklarda Tam Tıkanmada İlk Yardım
hastanın bilincini kontrol ederek, sırtındaki kürek kemiğine 5-7 defa aralığında vurmamız gerekir.


hastanın ağzından yabancı cismin çıkıp çıkmadığına bakmamız gerekir. eğer yabancı cisim çıkmamış, kısmi tıkanma hala devam ediyorsa, hastaya arkadan sarılarak elimizi yumruk şeklinde yapıp, baş parmak çıkıntısı mide ile göğüs kafesi arasında gelecek şekilde kavrayıp yabancı cisim çıkana kadar 5-7 kez bunu tekrarlamamız gerekir.



bebeklerde ise, Bebek, ilkyardımcının bir kolu üzerine ters olarak yatırılır, Başparmak ve diğer parmakların yardımıyla bebeğin çenesi kavranarak boynundan tutulur ve yüzüstü pozisyonda öne doğru eğilir, 5 kez el bileğinin iç kısmı ile bebeğin kürek kemiklerinin arasına hafifçe vurulur



eğer yabancı cisim hala çıkmadıysa, bebeği bu kez ters yüzü bize bakacak şekilde belinden başı hafif aşağı sarkıtarak kolumuzun üzerine yatırıyoruz. 5 kez iki parmakla göğüs kemiğinin alt kısmından karnın üst kısmına baskı uyguluyoruz. eğer çıkaramıyorsak yine 112 ekiplerini arıyoruz.



2. bölüm havale ve acil yardım
havale, Adalelerin kontrol edilemeyen kasılmalarıdır. Sinir merkezindeki tahriş sonucu beyinde gerçekleşen elektriksel boşalmalardır. havalenin nedenleri arasında, yüksek ateş, Beyinde yaralanma, enfeksiyon, ve sara krizi örnek verilebilir. Ateş nedenli havale, herhangi bir hastalık sonucu vücut sıcaklığının 38 C°'nin üzerine çıkmasıyla oluşur. Genellikle 6 ay ve 6 yaş arasındaki çocuklarda rastlanır

havale geçiren kişilere ilk olarak -ılık suyla ıslatlmış- ıslak havlu çarşafa sarmamız gerekir. ateş düşmüyorsa, ılık bir küvete sokulur. ancak bu noktada kişiyi buzlu suyun altına sokmamamız gerekir. ateş düşmüyorsa yine 112 ekipleri aranıp en yakın sağlık kuruluşuna transfer edilmesi sağlanır.

3. bölüm sara krizi nedir, nasıl müdahele edilir
sara nöbeti belirtileri nedir
Hastada var olmayan koku alma, adale kasılması vb. ön haberci denilen belirtiler olur. Bazen hasta bağırır, şiddetli ve ani bir şekilde bilincini kaybederek yığılır.• Dudaklarda ve yüzde morarma gözlenir. Ardından kısa ve genel adale kasılması, sesli nefes alma,
aşırı tükürük salgılanması, altına kaçırma görülebilir. Son aşamada hasta uyanır. Şaşkındır. Nerede olduğundan habersiz, uykulu hali vardır.

nasıl müdahele edilir
hastayı öncelikle kesinlikle elini ayağını bağlamıyoruz ve kendi sürecine bırakıyoruz. hastanın kilitlenmiş çenesini açmaya çalışmıyoruz. etrafa ve kendisine zarar vermemesi için güvenlik önlemi almaya çalışıyoruz, kolonya soğan sarımsak vs gibi şeyler kesinlikle koklatmıyoruz. hasta nöbet sırasında kusabilir dikkatlı olunmalıdır. yani genel olarak hastayı kendi süreci ile başbaşa bırakmamız gerekir sara nöbetinde.



4. bölüm bayılma ve koma uygulamaları, acil yardım teknikleri ve önbilgi
Bayılma (Senkop), beyne giden kan akışının azalması sonucu oluşan kısa süreli, yüzeysel ve geçici bilinç kaybıdır.
Bayılma nedenleri: Korku ve aşırı heyecan,Sıcak ve yorgunluk,Kapalı ortam ve kirli hava,Aniden ayağa kalkma, Kan şekerinin düşmesi,Şiddetli enfeksiyonlar olabilir.

Kişi başının döneceğini hissederse: Sırt üstü yatırın; ayaklarını 30 cm. kaldırın (Şok Pozisyonu), Sıkan giysilerini gevşetin, Kendini iyi hissedinceye kadar dinlenmesini sağlayın.



Kişi bayıldı ise;
Etraftaki meraklıları çevreden uzaklaştırın,Hasta/yaralıyı sırt üstü yatırın ve ayaklarını 30 cm yukarı kaldırın.Solunum yolu açıklığını kontrol edin ve koruyun. sıkan giysileri gevşetin.Kusma varsa yan pozisyonda tutun.

Koma nedir
koma, Yutkunma, öksürük gibi reflekslerin ve dıştan gelen uyarılara karşı tepkinin azalması ya da yok olması ile ortaya çıkan uzun süreli bilinç kaybıdır.

Koma nedenleri;
Düşme ya da şiddetli darbe, kafa travmaları, Zehirlenmeler, Şeker hastalığı, Aşırı alkol ve uyuşturucu kullanımı, Havale vb. ateşli hastalıklar, Karaciğer hastalıkları olabilir.
Koma belirtileri;
Yutkunma, öksürük vb. tepkilerin kaybolması, Sesli ve ağrılı uyarılara cevap vermeme hali İdrar ve dışkı kontrolünün kaybolması.
koma halindeki hastaya ilk yardım
hastayı öncelikle koma pozisyonuna getirmemiz ve ardından 112 ekiplerini aramamız gerekir.
hastaya koma pozisyonu nasıl verilir
1- Hasta/yaralıyı sesli veya omzundan hafif sarsın; uyarı vererek bilincini kontrol edin
2- Sıkan giysilerini gevşetin
3- Ağız içinde yabancı cisim olup olmadığını kontrol edin.
4- Bak, dinle, hisset yöntemi ile solunumunu kontrol edin
5-Şah damarından nabzını kontrol edin.
6- Başı, uzatılan kolun üzerine yan pozisyonda hafif öne eğik konuma getirin.
7- 4. Tıbbi yardım (112) gelinceye kadar bu pozisyonda tutun. ve 3-5 dakika aralıklarla solunumu sürekli kontrol edin.
koma pozisyonu aşağıdaki gibidir. bu adımları uygulayın.



5. bölüm kanama ve kanamalı yara uygulamalarında ilk yardım
Damar bütünlüğünün bozulması sonucu kanın damar dışına (vücut içine ya da dışına) çıkmasına kanama denir. bu kanamalar 3 gruba ayrılır dış kanama, iç kanama, doğal deliklerde meydana gelen kanamadır. Dış Kanamalar: Kanın vücut dışına doğru akması, iç Kanamalar: Kanın vücut içine akması, Doğal Deliklerde Meydana Gelen Kanamalar: Kulak, burun, ağız, anüs (makat) ve üreme organlarından olan kanamalardır.

dış kanamalarda uygulanacak ilk yardım
açık yara üzerine direkt baskı uygulamak gereklidir. kanama elinizdeki bezle durmazsa ikinci üçüncü bezi de üzerine koyarak iyiye bastırın. kanama hala durmazsa yaranın üzerini sıkıca bir iple bağlayarak baskı uygulayın. ve kanayan bölgeyi yukarı doğru kaldırın. eğer kopan uzuv varsa, turnike yöntemini uygulamalısınız.



Burun Kanamasında İlk Yardım

Hastanın başını öne doğru eğin. Mümkünse oturtun. en az 5 dakika Burun kanatlarını sıkıştırarak iki parmağınızla sıkın Kanamanın durmaması halinde hasta ya da yaralıyı
en yakın sağlık kuruluşuna götürün



Kulak Kanamasında İlk Yardım
Kanama hafifse kulağı temiz bir bezle temizleyin. Ciddi ise kulağı tıkamadan gazlı bezle kapatın. Hasta/yaralının hareketsiz olarak, kanayan kulak üzerine yan yatmasını sağlayın. kulak kanaması ciddi bir beyin kanaması habercisi olabilir dikkatli olmalısınız. bunun için hastayı en kısa zamanda bir sağlık kuruluşuna transfer etmeniz gerekir.

6. bölüm yanık tedavisi ilk yardım uygulaması ve yanıklar
1'inci Derece Yanıklar:
Alt deride ve derinin yüzeyinde, kızarıklık, (pembe,
kırmızı arası renk) şeklinde görülen doku hasarı vardır.Ağrı vericidir.Yanık bölgede ödem ve hafif şişlik vardır.Genelde 48 saatlik süreç içinde iyileşir.

2'inci Derece Yanıklar:
Derinin 1. ve 2. tabakasını etkiler.En bariz özelliği deride içi su dolu kabarcıklar (bül)
oluşmasıdır.Derinin kendini yenilemesiyle kendiliğinden iyileşir.Çok ağrılıdır.

3'üncü Derece Yanıklar:
• Derinin tüm tabakaları etkilenir. Kaslar, sinirler, damarlar üzerinde etkilidir.Beyaz kuru yaradan, siyah renge kadar aşamaları
vardır.Ağrısızdır, çünkü bütün sinirler zarar görmüştür.



Isı İle Oluşan Yanıkta İlk Yardım
Kişi hala yanıyorsa panik yapmayın; hareket ediyorsa
koşmasını engelleyin. Hasta/yaralının üzerini battaniye vb. ile kapatın ve
yuvarlanmasını sağlayın. Yaşam bulgularını değerlendirin. En az 20 dakika, soğuk
su altında tutun. Ödem oluşabileceğinden yüzük, bilezik vb.
aksesuarlarını ve giysilerini çıkarın. Deriyi sabunlu su ile dikkatle temizleyin. Su toplayan yerleri patlatmayın. Yanık bölgelere bandaj
uygulamayın.Yanığın üzerini temiz bezle örtün; üzerine hiçbir madde sürmeyin. Hasta/yaralıyı battaniye ile örtün. Yanık geniş ve sağlık kurumu uzaksa, kusma yoksa,
bilinci açıksa hasta/yaralıya ağızdan sıvı vererek sıvı
kaybını engelleyin (1 lt. su + 1 çay kaşığı karbonat +1 çay kaşığı tuz). Tıbbi yardım isteyin

Kimyasal Yanıklarda İlk Yardım
Deriyle temas eden kimyasal maddenin deriyle
temasını en kısa sürede kesin. Giysileri çıkarın. Yanık bölgeyi bol, tazyiksiz suyla, en az 20-25 dk. yumuşakça yıkayın. Daha sonra hasta/yaralıyı battaniye vb. ile örtün. Tıbbi yardım sağlayın.

Elektrik Yanıklarında İlk Yardım
Hasta/yaralıya dokunmadan önce elektrik akımını kesin. Akımı kesme imkanı yoksa yalıtkan bir maddeyle kişinin elektrikle temasını kesin. Hasar gören bölgeyi örtün. Hasta/yaralıyı yerinden kımıldatmayın.

7. bölüm Hayvan Isırıkları ve Böcek Sokmaları
Kedi köpek vb. hayvanların dişleri sivri vekeskindir. Ağızlarında ise daima mikrop vardır. Isırmaları halinde mikropların derindeki dokulara kadar ulaşmasına sebep olurlar. Ayrıca birden fazla ısırmalarında ciddi yaralanmalara yol açabilirler.

Kedi - Köpek Isırmalarında İlk Yardım
Hafif Yaralanmalarda; Yarayı 5 dakika süreyle sabun ve soğuk suyla yıkayın. Yaranın üzerini temiz bir bezle kapatın.

Ciddi Yaralanma ve Kanama Varsa; Yaraya temiz bir bezle basınç uygulayarak
kanamayı durdurun Derhal tıbbi yardım (112) sağlayın ve hastayı kuduz aşısı olması konusunda uyarın

Arı Sokmasında İlk Yardım
Yaralı bölgeyi yıkayın. Arının iğnesi derinin üzerinden görünüyorsa çıkarın. monyak vb. kullanmadan soğuk su ile soğuk
uygulama yapın. Eğer ağızdan sokma varsa solunum güçleşmişse
hastanın buz emmesini sağlayın. Ağız içi sokmalarında ve alerjisi olanlar için tıbbi
yardım isteyin

Akrep Sokmasında İlk Yardım
Sokmanın olduğu bölgeyi hareket ettirmeyin! Yatar pozisyonda tutun, Yaraya soğuk uygulama yapın Kan dolaşımını engellemeyecek şekilde bandaj
uygulayın, Turnike uygulamayın! Yara üzerine hiçbir girişim yapmayın (kesilmez,
emilmez vb.).

Yılan Sokma / Isırmalarında İlk Yardım
Hastayı sakinleştirip dinlenmesini sağlayın.Yarayı su ile yıkayın.Yaraya yakın bölgedeki baskı yapabilecek eşyaları
çıkarın (yüzük, bilezik, saat vb.). Yaraya soğuk uygulama yapın.Yaralanan bölgeye dolaşımı engellemeyecek şekilde bandaj yapın. Turnike uygulamayın!Yaralıyı mümkün olduğunca hareket ettirmeyin. Yara üzerine hiçbir müdahale yapmayın (kesme,
emme vb.) Yaşam bulgularını izleyin Tıbbi yardım isteyin.

8. bölüm yaralanmalar
Kanama varsa durdurun. Batan cisim varsa çıkarmayın. Delici göğüs yaralanmalarında yaralının bilinci yerindeyse yarı oturur şekilde oturtun; sırtını destekleyin ve ayaklarını 30 cm yükselterek şok pozisyonu vererek 112 acil servisi arayın. Delici karın yaralanmalarında hastayı sırt üstü yatırın ve 112 acil servisi arayın.

Delici Göğüs Yaralanmalarında İlk Yardım
Yaranın üzerini tercihen plastik poşet vb. içeren sarılmış bez ile kapatın. Nefes alma sırasında yaraya hava girmesini engellemek, nefes verme sırasında havanın dışarı
çıkmasını sağlamak için yara üzerine konan bezin bir ucunu açık bırakın. Bilinç açık ise hasta/yaralıyı yarı oturur pozisyonda tutun. Hasta/yaralıya ağızdan hiçbir şey vermeyin. Hasta/yaralının yaşam bulgularını sık sık kontrol edin. Şok önlemlerini alın

Delici Karın Yaralanmalarında İlk Yardım
Hasta/yaralının bilinç kontrolünü yapın. Hasta/yaralının yaşam bulgularını kontrol edin. Dışarı çıkan organları içeri sokmaya çalışmayın,üzerlerini geniş, nemli ve temiz bir bezle örtün. Bilinç yerinde ise sırt üstü pozisyonda bacaklarbükülmüş olarak yatırın, ısı kaybını önlemek için hasta/yaralının üzerini örtün. Ağızdan yiyecek ya da içecek bir şey vermeyin. Yaşam bulgularını sık sık izleyin.

9. bölüm zehirlenmeler

Sindirim Yolu İle Zehirlenmede İlk Yardım
Bilinci kontrol edin. Sadece ağız zehirli maddeyle temas etmişse su ile
çalkalayın. El ile temas etmişse eli sabunlu su ile yıkayın. Yaşam bulgularını değerlendirin. Kusma, bulantı, ishal vb. belirtileri değerlendirin. Bilinç kaybı varsa koma pozisyonuna getirin.Hastanın üstünü örtün. 112'yi arayın. Olayla ilgili bilgileri toplayarak kaydedin (Zehirli maddenin türü, ilaç ya da uyuşturucu alıyor mu,
hastanın bulunduğu saat, evde ne tür ilaçlar var). Özellikle yakıcı maddenin alındığı durumlarda hasta asla kusturulmaz!

Solunum Yolu İle Zehirlenmede İlk Yardım
Olay yerinin güvenliğini sağlayın (Cam ve kapıları açarak ortamı havalandırın ya da hastayı temiz havaya çıkarın).Yaşamsal belirtileri değerlendirin.Rahat nefes alabilmesi için hastayı yarı oturur pozisyonda tutun. Bilinci kapalı ise koma pozisyonu verip 112'yi arayın

10. bölüm hasta nakletme taşıma kuralları

Hasta/Yaralı Taşırken Dikkat Edilmesi Gerekenler
Baş-boyun-gövde ekseni esas alınmalı, Ekip çalışması yapılmalı, Hasta/yaralıya yakın mesafede çalışılmalı, Daha uzun ve kuvvetli kas grupları kullanılmalı, gerginliğini korumak için dizler kalçadan bükülmeli, Yerden destek alacak şekilde, her iki ayak kullanılmalı ve biri diğerinden öne yerleştirilmeli, Omuzlar leğen kemiği hizasında tutulmalı, Ağırlık kaldırırken karın muntazam tutulup kalça kasılmalı, Kalkarken ağırlık kalça kaslarına verilmeli, Yavaş ve düz adımlarla yürünmeli (adımlar omuzdan
geniş olmamalı), Ani dönme ve bükülmelerden kaçınılmalı; hasta yaralı az hareket ettirilmelidir

Acil Taşıma Teknikleri
sürükleme tekniği

Ayak bileklerinden tutarak sürükleme


Koltuk altından tutarak sürükleme


Araç içindeki yaralıyı taşıma (Rentek) tekniği


en önemlisi, bir can, bir hayatı kurtarmak için cesur olun..
ölümü ancak cesaret yenebilir..
sizleri seviyorum..

hayatı çekilebilir kılan detay

anonim_kullanıcı_4
Benim için.;

Bir hayatı ölümle yaşam arasındaki çizgide, aşağı tam düşerken, elimi verip kurtardığımda, onun ayaklarıyla ıslak kumlara basarken hissettiği mutluluğu, bir çiçeği koklarken yaşadığı heyecanı, gökyüzünü izlerken düşlediklerini, hayatının var oluşunun kaygılarını yaşarken, düşünüyorum... Hiç kimseyi ölümün ellerine teslim etmek istemiyorum... hayata her sabah Bunun için uyanıyor, yaşıyor, bunun için mücadele ediyorum...
Düşlerimde İntihar diye Bir fikir, kalbimde umut diye bir kor olmasaydı. Çoktan yaşamıma son vermiştim..

eskortluk geçmişi olan bir kadınla evlenmek

anonim_kullanıcı_4
Eskort değil belki ama, günümüzde adlarına şarkılar şiirler bestelenmiş kadınların çoğunun geçmişi tamamiyle temiz değildi.
neşet Ertaş'ın leyla ertaş'ı ne de Müslüm Gürses'in muhterem Nur'u ne yıldız tilbesi ve daha size burada adını izinleri olmadan zikretmek istemediğim niceleri... Hayatında bir tane eskortla cinsellik yaşamadan sohbet etmeyenler, o insanların ne şartlarda ne mecburiyetlerle bu işi yaptıklarını bilmeyen zırvalamasın. Kişisel tercihe saygım var, isteyen evlenir isteyen evlenmez. Kimse kimseyi başına silah dayatıp evlenmeye zorlamıyor.
bazılarının üniversitede 2 çocuğu tıp fakültelerinde okuttuğunu gördü bu gözler.. translarında bir çoğu sırf bu düşünceli insanlar yüzünden iş bulamadıkları için bu yolda girmiş durumdalar..
Ben böyle çok hayat gördüm. Ben eskort olanın ikinci sınıf vatandaş olarak görülmesine, vebalı insan muamelesi yapılmasına, Bir daha hiç kimseyle bir duygusal bağ yaşamayacak gibi davranılmasına karşıyım..
Biz hastanede bekâret bekâret diye dellenen nice türbanlı basma fistanlı kızların anal ilişki yaşaya yaşaya dışkısını tutamaz hâlde bezlenip geldiğini gördük. Şimdi beni konuşturmayın burada..
Önemli olan geçmiş değil, iki kalpte yeşeren sevdadır. Aşka emek vermek, bu yola baş koymaktır gerisi hikayedir, o kadar.

doktor

anonim_kullanıcı_4
bu gece doğum günüdür... doğduğu topraklardan çok uzaklarda, bu gece, evinde yarı icap nöbetiyle, çok sevdiği şarabı eşliğinde yalnız kutlamaktadır, sanki kutlanılacak mükemmel bir ömür geçirmiş gibi...

bu kadeh, hepimiz için..
şerefe dostlar..

3
yakasyrtk yakasyrtk
Kızlar Doktor'un evinde kalsanıza :d ve DGKO
johnny sins johnny sins
Nice mutlu yıllara doktor
okuryazar okuryazar
Kutlu olsun doktor

üstteki soruyu cevapla aşağındakine soru sor

sylvia plath
Sanırım 40 yaşına geldiğimde benden 22 yaş küçük bir kızla olmak isterdim. Bilmiyorum ama düşünürken; küçük taze vajina kadar beni tahrik eden şey sayısı çok az. beceriksiz saf bir şeyden haberi olmayan kızlar ilgimi çekiyor . Sapkınlık mı değil mi bilmiyorum ama reşit olması şart:)



Ensest ilişki yaşadınız mı ?

cinselliğin tarihi

anonim_kullanıcı_4
merhaba dostlar... hastaneden fırsat buldum biraz, cinsel sözlükte, cinselliğin tarihi ile alakalı biraz ufukları genişletici, uzun bir bilgilendirme yazısı yazacağım bu konuyla alakalı, baştan uyarayım, sonra bunu insan okuyacak demeyin.

bu sözlüğün en uzun entry'sini yazdıktan sonra, sözlükten biriktirdiğim 0,12 kuruşumu atm'den çekmeye gideceğim.
ve sonra, yazının sonuna kadar dayanabilenlere çikolata alıp kahve ısmarlayacağım.
haydi başlayalım..

cinselliği anlayabilmemiz için, bir zaman makinesine binip m.ö. 970'li yıllara gidiyoruz. bu dönemlerde genç hititler falan var ve hiçbir din henüz hakim değil (hristiyanlık, müslümanlık, yahudilik) anadoluda. bu dönemlerin antik kayıtlarını okuduğumuzda, cinselliğin bir tabu olarak görülmediğini, hatta mısır halkının ve anadolu halklarının cinselliğin ne olduğunu anlamaya çalıştığını bunun üzerine denemeler yazdıklarını görüyoruz. insanlar bu dönemde, yani bundan 3000 yıl önce cinselliğin tanrıyla bir iletişim şekli olduklarını, hiçbir şeyin bu kadar zevk veremediğini, ve bu sayede cinselliğin tanrıya ibadet etmekle bir alakası olduklarını düşünüyorlardı. eski asur uygarlığı kayıtlarını incelediğimizde hayvanların, birbirlerine çiftleşmek için kur yapmalarını kutsal olarak buluyorlardı. hayvanların bu ritueller için rengarenk şekillere bürünmesini, güzel sesler çıkarmalarını, dans etmelerini bir ibadet olarak algılıyorlardı.

halk için, cinsellik bu denli ruhsal, görsel ve dinsel bir açıdan şölen haline gelmişken, yöneticiler için işler farklı işliyordu. o dönemde herhangi bir teknoloji, olmadığı veya bilinmediği için 19. yy sonlarına kadar ''ne kadar askerin varsa, o kadar güçlüsün'' anlayışı hakimdi. ve yöneticiler, halkın üremesini büyümesini istiyordu. çünkü kente asker, tarım işçisi ve diğer ayak işleri için insan lazımdı. yani insan üretimi lazımdı. bu yüzden cinsellik, doğum, ve kur kutsal olarak görülmeliydi. kadının cinsel yönden tatmin edilmesi büyük maharet, erkeğin tohumlarını kadının içine boşaltması tanrıyı en çok onure edecek şeydi, kadınların memesi erkeklerin penisi kutsal şeylerdi. kadınların vajinasının içi, ve oradan çıkan bebek tanrının insanlara açmış olduğu bir pencere olarak görülüyordu.

yine o dönemde, herhangi bir ahiret inancı 'roma toprakları üzerinde bulunmuyordu'günahta yoktu ve o çok kutsal vaatleri bulunan semavi dinler de ortada yoktu. yani insanların ömürlerinin de bugünküne kıyasla yarı yarıya olduğunu düşünürsek, cinsellik kaçırılmayacak bir şeydi. roma'da cinsellik, ve insanların birbirine duyduğu cinselçekim tanrının insanları yaratmasındaki temel amacı, temel enerjisisi olduğu görüşü çok yaygındı. hatta bu öyle önemli bir enerji biçimiydi ki, sadece insanlara değil hayvanlara, ve tanrıların kendisine bile yasak kılınmamıştı. herkes bu zevki tadabiliyordu.

dönemde, cinsellik bugünkü gibi queer teorileri ile açıklanmıyordu, eşcinsel, aseksüel, heteroseksuel, lezbiyen gibi hiçbir tanım kullanılmıyordu. çünkü hristiyanlık olmadığı için kimse bu günah tanımlarını icat etmemişti. roma halkı istediği ile istediğini gönül rahatlığıyla yaşayabiliyordu. hayal etmek zor ama, cinsellikte iki tanım kullanılıyordu aktif ve pasif.. bugünkü gibi - olm bu eşcinseller yanacak amına koyim - lan bu eşcinsellik psikolojik bir şey ha- gibi abuk subuk cümleler kuran insanlar da yoktu (ne güzel lan) bu aktiflik ve pasiflik ögelerinin bazı kuralları da bulunmaktaydı. ülkenin soylularının, zenginlerinin, devlet yönetiminde olanlarının aktif olması, fakir ve yoksul insanın, tabaka olarak kendisinden aşağıda olanın, romalı olmayanın pasif olması gerekiyordu. tabii bunun da çok fazla kaçamağı yaşanıyordu. (** paris ve oğulları** ) yalnız olanlar da bugün bizim porno izlediğimiz gibi, çizimler, hikayeler yapılıp dağıtılıyordu. hatta romadan, mısıra bunun kervanlarla ihraç edildiğini dahi biliyoruz. sanatta, devlet yönetiminde, hikayede şiirde tiyatroda oyunda ve hatta orduda bile, her yerde cinselliğin özgürce yaşandığı bir toplum.. bunu tezahur etmek ne kadar da zor değil mi?

dönemde hristiyanlığın tohumları yavaş yavaş yeşerirken, yahudilik boş durmuyordu. kitaplar yazılıyor, insan kazanılmaya çalışılıyordu. dünyanın her yerine tebliğ mektupları diyebileceğimiz mektuplar yollanıyor, tek ve mükemmel bir tanrıdan bahediliyordu. hiç kimseye benzemeyen, doğmamış ve doğurulmamış, her şeyi her yerde gündüz ve gece görebilen her şeyi bilebilen kusursuz bir tanrı modeliydi. mektupların ilk gittiği romada insanlar bunu önceleri algılamakta çok güçlük çektiler, çünkü onların inandıkları tanrılardan yüzlercesi vardı. hepsinin birbirinden ayrı görevleri, birbirinden ayrı düşünceleri vardı. kimisi iyi, kimisi kötü, birbirileri ile savaşabilir hatta ölebilirlerdi.
bu fikir herkese henüz çok yeni geliyordu. bu tanrılar aynı antik mısırda ve çok tanrılı tüm toplumlarda olduğu gibi daha iyi yönetebilmek için önce görünmeyen insanlara elçilik veren kimselerdi, daha sonra insanlar tanrılık vazifesi kazandı. ve daha sonra da tanrılar da hırsızlık yapabilir aşık olabilir savaş kaybedebilir yani insana özgü olan herşeyi yapabilir hale geldi. ,

**buraya kadar gelen yazarlar benden bir çikolatayı hak ettiler.**

romada bu mektupların ve tek tanrılı dinlerin yankısı sürerken, yahudilik(musevilik) tevratta, tanrının şahaneliğinden bahsederken, tanrının cinselliği konusunda ağır eleştirilerde bulunuyordu. roma halkı buna uzun yıllar sıcak bakmadı, hem coğrafi olarak hem de tevratın insanların üzerine birden fahişe diye yüklenmesi insanları bu dinden soğuttu,
taa ki, museviliğin içinden kopan bir adam olan isa, babasız ve bakire meryemden doğana kadar. buradaki meryemin bakireliği dönemin azgınlığına bir gönderme olarak ortaya çıkmıştır. tarsusta ortaya çıkan bu din, isanın meşhur birini taşlayacaksak, ''ilk taşı günahsız olan atsın'' diyerek insanların kalbini kazanmayı başarmıştı. insanlara yahudiliğin yapamadığı hoşgörüyü ekrem imamoğlu gibi isa herkesi kucaklayarak yapmıştı. isanın havarileri isanın yaşayışını adım adım not ediyordu, hristiyanlık isanın ölümünden sonra ortaya çıkmış, bu yorumların derlenmesi ile oluşmuş ilk dindir. .

isa öldükten sonra tarsuslu paul dünyaya mektuplar yazmaya başladı, ''şehvet bizi öldürür, tanrının kurallarına bağlanalım'' gibi cümlelerle bütün dünyanın kalbini kazanmaya çalışıyordu. tarsuslu paul'un bu görüşlerinin belirlenmesinde aristo ve plutonun görüşleri etkili olduğunu biliyoruz. çünkü her ikisi de gerçek akıl sahibi olabilmek için şehvetten uzaklaşılmalı diyordu.
bu giden mektuplarla hristiyanlar romada yavaş yavaş yer bulmaya başlıyordu. hristiyanlar devlet yönetimlerinde yer almak istiyor ve buna gerekçe olarak, cinselliğin kendilerinde günah olduğunu ve hiçbir cinsel tahriğe kapılmadan ülke çıkarlarını gözederek çalışacaklarını beyan etmeleriydi. hristiyanlar yavaş yavaş romaya sızmaya devam ederken, romada seçim oldu ve ağustos ayına ismini veren agustus imparator oldu. agustus imparator olduğunda hristiyanlık çoktan devletin kademelerine yerleşmişti. halk çalkalanıyordu, toplum ne yaptığını bilmiyordu, yaptığının sevap mı yoksa günah mı olduğunu hala anlamamıştı.

agustus toplumdaki bu ahlaki bozulmanın önlemini almak için, kadınların kocaları dışındaki biriyle cinsel ilişkiye girmesini yasakladı. bir koca karısını başka bir adamla yakalarsa hem kocaya tecavüz edebilme hem de kadını öldürme yetkisi verildi.
bu karar elbette paul'un bütün dünyaya mektupları ve hristiyanlığın çok organize bir din olması ile mümkün kılındı. paula göre, inanlar bedenlerinde kutsal bir ruh taşıyor ve tanrı onlara bir parlaklık sağlıyordu. hristiyanlık tarihinde sadece o döneme özgü olan inanıyorsan tanrı senin içindedir, sen bir kilisesin mantığı da ortaya çıkmış oldu. paul önce havarilere cinselliği yasaklasa da, daha sonra tek eşli kalmayı mümkün kıldı. daha sonra azizler yani ruhban sınıfı evlenemez hale geldi ama bu kez de boşanma yasaklandı. ölene kadar o eşle kalma zorunluluğu geldi. elbette roma bu dine hoşgeldiniz canım buyrun şuraya geçin diyerek kabul etmedi. hristiyanlık paul döneminde çok ağır eleştriler ve baskılarla karşılaştı. ruhban sınıfı öldürüldü, azizler ile alay edildi, inanlar aptal yerine konuldu romalı askerler kiliseleri kapattılar. romalı askerler kiliseye kapanıp ayin yapan hristiyanlığı, ölülerle seks yapmakla, adet kanı içip, hayvanlarla seks yaptıkları yönünde çok ağır dedikodularda bulundu. ve ilk defa cinsellik aşağılayıcı ve hakaret söylemi olarak kullanılmış oldu. romalı askerlerin inanan grubu aşağılamaları halk arasında sıkça kullanılmaya başlandı.

hristiyanların romada devletin üst mertebelerine geçmeye devam etmesi ile halkın sevgisini ve beğenisini kazanmaya yol açtı. toplum daha hristiyanlığa daha ılımlı ve normal bakmaya başladı. hristiyanlar ise biz masumuz kardeş, bizim devletin ve toplumun dinamikleri ile oynama gibi bir derdimiz yok biz sadece tanrıyı tebliğ ediyoruz diyorlardı. biz kandırılmayız, bizi kadınlar ile kandırılamayız biz ahlaklıyız diyerek topluma suni bir ahlak algılayışı pompalamaları ile beraber yıllar geçtikçe toplum da lan bu adamlar hakikaten, ahlaklı ha güvenilir adamlar demeye başladılar. romadaki soylu köle kavramları gittikçe kadın erkek kavramlarına dönüşmeye başlıyordu. soylular içinde erkekler kadınlardan üstün duruma, köleler içinde erkekler kadınlardan üstün duruma geçmeye başlamıştı. gittikçe daha cinsiyetçi bir hal alıyordu. topluma yıllarca yedirilen bu suni ahlakla beraber insanların fikirleri de değişiyordu, insanlar romalı devlet adamlarını daha güvenilmez bulmaya başladılar. hristiyanlar ise, işin en kolayını bulup romalı devlet adamlarını fahişelerle bastırıp işlerinden ediyorlardı ve bu sayede daha hızlı yayılma imkanı buldular. bu yıllar süren kısıtlamalar ile insanlar artık tamamen, seksi tanrının bir lütfundan, çocuk yapmak için bir amaç haline getirmişlerdi. cinselliği bunun için yapmayan kişiler ahlaksız olarak nitelendiriliyordu. bir kişinin ahlağına bakmak için önce cinsel yaşamı soruluyordu. insanlar cinselliği kapalı kapılar ardında yapmasa da, artık toplumda konuşmaktan bile çekinir hale geldiler. hristiyanlık kilise ve azizler bu dünyada yaşayamadığınız her şeyi ahirette yaşayacaksınız diyerek yüzyıllarca bir bilinç oluşturdular. cennetin ne kadar muhteşem cehennemin ise ne kadar korkunç olduğunu anlattılar. isanın doğumundan artık 600 yıl geçmişti, bu kez de ortadoğuda sahneye puta tapan toplumları dize getiren, islamiyet çıkmıştı. cinsellik islamiyette o kadar baskılanmıştı ki, romada hristiyanlara kıyafet özgürlüğü varken islamiyette kadınların örtünmesi isteniyordu. artık kadının yeri tamamen, cinsellikle bir tutulur hale geldi. artık cinsellik, günlük hayat rutininde bile konuşulmamaya günah ve ayıp sayılmaya başlandı. hiç kimse bacak, göğüs, demiyordu. kadın, tamamen cinsellikle bir tutulur bir vaziyete geldi. cinsellik yıllar geçtikçe bir tabu haline gelmeye başladı, insanlar cinsellik yaşamak için evlenmek zorunda bırakıldılar. zina yapanlar taşlanarak öldürülüyor ve kafası kesiliyordu. bunun yapılması cinselliği daha da büyük bir tabu haline getirdi. kendi cinselliğini kapalı ve görünmeden yaşayanlar çok namuslu, uluorta yerde yaşayanlar namussuz ve ahlaksız olarak görüldü.

bu ahlaksızlık toplumun her noktasına ilmek ilmek işlendi. insanlar onuru şerefi gururu unutup, ahlakın cinselliğe indirgenmesi ile, cinsellik ile ilgili şeyleri hakaret olarak kullanmaya başladılar. birbirleri ile cinsel ilişkiye girmeyi hakaret olarak kullanmaya başladılar. şimdilerde onursuz gurursuz şerefsiz cesaretiz gibi sözler argo bile algılanmaz hale geldi. tabii benim bu yazdıklarım olayın özetinin özetinin özeti..


yani kısaca dostlar, bu hikayenin en çok yaralananı kadınlar oldu. her gelen kadınların hürriyetinin üzerine bir toprak daha attı ve, sonunda kadınların bireyliğini, hürriyetini topluca gömmüş olduk.


sonuna kadar gelenlere bir kahve sözüm hala geçerli... :)
2
ilhampipisi ilhampipisi
Ekram imamoglu ne ustat 😂. Klavyene parmagina saglik, oldukça yeşillendirici bir yazıydı👏
odipus odipus
hem çikolatayı hem de kahveyi hak ettik. imamoğlu isa benzetmesi güzel:))) anladığım musevilik türevi dinler gelmeden önce ortam daha şenlikliymiş. tevrat ve psikopat tanrısı sağlam terör estirmiş cinsellik üzerine. isa sevgi dolu çiçek çocuk olarak yumuşatmış, haydi gelin bir olalım baba bize merhamet edecektir demiş, daha doğrusu paul demiş:) işin ilginci arkadaşların dikkatini çekiyor mu emin değilim, kocaman dinler adeta önce mesai çıkışı bilardoya gidelim iki de tek atarız türü küçücük arkadaş grupları halinde başlıyor, sonrasında mikro bir tarikat ve yeterince sonrasında koskoca romayı ele geçiren bir paralel yapı/fetö var :) tevrat türevi son dini yeterince bildiğimizi varsayıp oraya hiç girmiyorum:)

cinsiyetler ve beyinlerin ayrılığı

anonim_kullanıcı_4
fırsat buldukça denemeler yapıyorum böyle dostlar, aslında okumaya üşenenler için tanımları parçalayarak anlatmak daha çok aklıma yattı. sonra düşündüm, şimdi sizi de bkz bkz dolaştırmak istemedim. bir çırpıda okuyacağınızı düşündüğüm cinsiyetler ve beyinler üzerinden naçizane birkaç kelam etmek istedim..
burada hala, aklı ile cinsel organları yer değiştirmemiş bir kitle olduğuna inanıyorum, dönüyorsa da zaten burası onların yüzü suyu hürmetine dönüyor... neyse konuya dönelim..
'bu yazının sonunda siz de kendini beyninizin cinsiyetini öğrenmiş olacaksınız. '
fiziksel cinsiyetlerimiz birbirinden benzersiz olsa da, beynimizin cinsiyeti ondan çok bağımsızdır. evet, beynimizin bir cinsiyeti vardır. hem de bizim cinsel yönelimimizle, tabiatımızın getirdiği cinsel tercihlerle, cinsiyetimizden bağımsız bir cinsiyet.
öncelikle, görünüş olarak kadın beyni ve erkek beyni otopsi esnasında, birbirinden büyüklük ve küçüklük farkları bulunur. dışarıdan bakan kişi beynin hangi cinsiyete ait olduğunu anlayabilir. son derece farklıdır birbirinden.

1950'li yıllardan itibaren, beyin üzerinde yapılan mr çalışmalarından sonra insanların kendi cinsiyetlerinden bağımsız, duyu, görü, dokunsal faailiyetlerinin birbirinden farklı olduğu görüldü. bu farklılıklar kişilerin doğumdan sonraki yaşamsal faaliyetlerini, karakterlerini oluşturmasında temel bir etken olduğu gözlemlendi.
bu modern nöropsikoloji, ve nörofizyoloji çalışmalar göstermiştir ki, insan beyninin içerisinde iki tip beyin türü bulunmaktadır. bunlar; (bkz: dişi beyin) ve (bkz: erkek beyin)'dir. daha sonraki çalışmalar,
(bkz: dişi beyinli erkekler)
(bkz: erkek beyinli erkekler)
(bkz: erkek beyinli kadınlar)
(bkz: dişi beyinli kadınlar)
olmak üzere dört ana grupta sıralanmıştır.
öncelikle dişi beyin nedir?
(bkz: dişi beyin) görme, duyma, işitsel, empati, ve duygusal yönlerin ağır bastığı beyin tipidir. bu kişiler, mühendislik, matematik, ve daha çok teknik işlere yönelik işlerde başarısız olduğu bilinmektedir. bu kişilerin, daha sanatsal, müzik, resim, heykel vb sanat dallarında görsel işitsel ve el becerileri nedeniyle daha yatkınlığı bulunur. yani daha sanatsal ve estetik kişilikleri ön plandadır. beynimizin sağ tarafı

(bkz: erkek beyin) nedir?
erkek beyinli erkekler, ve dişiler, araba, motorsiklet, mühendislik mimarlık matematik fizik, gibi daha bilişsel hafıza gerektiren işlere daha yatkın insanlardır. sanatsal, aşk, romantizm, olmazsa olmazlarından değildir. iç güdüleri hayatta kalmak, teknik işleri ezberlemeyi daha kolay hale getirmektedir. empati duygularından daha yoksundurlar, net ve kesin kararlar verebilen, sözel muhakeme mantık analiz gibi yönleri gelişen kişilerdir.

dişi beyinler stres anlarında, kendileri ile konuşarak empati duyguları ile bunları yenebilirlerken, erkek beyinler kabuğuna çekilmek yalnız kalmak gibi eylemlere daha çok yatkındırlar.

beynimizin cinsiyeti anne karnımızda, annemizin aldığı beslendiği gıdalar, ve yaşam tarzıyla çok ilgilidir. eğer gebe annemiz gebeliği süresince ne kadar östrojene maruz kalmışsa o derece dişi beyinli, annemiz ne kadar testosterona maruz kalmışsa o kadar erkek beyinli oluyoruz..
bunu da uygulanış yöntemi şöyledir.
elimizin parmaklarını iyiyce açıyoruz, eğer yüzük parmağımız işaret parmağımızdan büyükse erkek beyinliyiz, birbirine eşitse dişi beyinliyiz, işaret parmağımız ne kadar uzunsa o kadar dişi beyinliyiz demektir...
tabi bu hastanalerde cihazlar ile ölçülmekte profesyonel olarak. ama evde kısaca bu şekilde anlayabiliriz.

şimdi beynimizin cinsiyetini öğrendiğimize göre,
bu temel farklara gelelim. dişi beyinli dişiler, mesela bebekler. insan yüzlerine seslerine daha odaklı veya, yanlarında bulunan başka bebeklerin ağlamalarına daha tepkili davranırlar. erkek bebekler, daha harekete odaklı, oyuna odakları davranışları vardır.
bu işaret parmağı ile, yüzük parmağı arasındaki fark beynimizde cinsiyeti oluşturan genler ile aynı gruptadır.

ancak, bu bilgilerin modern nörofizyoloji kaynaklarında ortaya çıkması ile yeni bir tartışma da ortaya çıkmıştır. beynin cinsiyetinin, yetiştirilmeden kaynaklı mı sonradan değiştiği, yoksa tamamen kalıtsal özellikler ile mi karakterin oluştuğu yönünde farklı ve birbirine oldukça zıt görüşler vardır.
yaradılış ile ortaya çıkan östrojen ve testosteron hormonlarının tamamen karakterde etkili olup olmadığı, tarihte ağırlıklı olarak etçil, ve östrojen kaynaklı beslenen toplumarda da incelenmiştir. konu hakkında fazlaca araştırma ve veri bulunuyor.
bunları vakit olursa ekleyeceğim.

nörofizyolojinin incelediği bu bilim dalı. toplumda, ve kişinin özgür iradesi olup olmadığını iddialarını da ortaya atmıştır. kimi nörofizyologlar optimist bakarak özgür irade kısmen de olsa kısıtlı da olsa vardır derken kimileri özgür iradenin olmadığına, kişiliğin karakterin günlük yaptığımız her şeyin beyindeki kimyasal tepkilerle değiştiğini/değiştirilebileceğini öne sürmüştür. konu hakkında araştırmalar deneyler çok sıkı bir şekilde devam ediyor. fırsat vakit olursa eklerim yorumlarız.
2
arcq and arc arcq and arc
sanırım yüzük parmağım işaret parmağımdan yaklaşık 7 mm daha uzun (bkz: swh)
anonim_kullanıcı_3 anonim_kullanıcı_3
Erkek beyinli dişi olduğumu bilim de söylediğine göre kadınlara karşı "cinsel fantezilerimin içeriği"nin nedeni hakkında aydınlanma yaşadım.

korkular fobiler ve takıntıların nedenleri

anonim_kullanıcı_4
(bkz: korku) nedir?
bu yazıda korkulara evrimsel süreçte yaklaşacak, bilimsel olarak ele almaya çalışacak ve korkularımızın kaynaklarına cevaplar arayacağız..

öncelikle düşünürler korku için ne demişler onlara bakalım;
“Korkunun kaynağı gelecekte yatar. Kim gelecekten kurtulmuşsa, korkacak hiçbir şeyi yoktur.” - Milan Kundera
“Korku işe yarayabilir ama korkaklık hiçbir işe yaramaz.” - Mohandas Gandi

korku temelinde evrimsel sürecin, 'bu da sana hayatta kalman için' bir armağandır dediği, çok faydalı bir duygudur. tıbbi açıdan korkan insanda, titreme, terleme, benzi solma, kalp çarpıntısı yaşanır...
her şeyi en başa alalım...
biz doğduk, evet ilk doğduğunuz zamanları gözünüzde canlandırın. ufacık bir bebektik henüz, ve dünyanın en cesur insanı ne bir şovalye ne bir kral ne de bir insan tanrıydı. dünyanın en cesur insanı o an bizdik. çünkü o gün hiçbir korkumuz yoktu. korkuyla henüz tanışmamıştık. ve bu cesaret abideliğimizi 1 hatta 2 yıla kadar uzatabiliriz. önceleri beynimiz, sadece birincil bakıcılarımızı (annemiz) tanıyabilecek kadar gelişmiş olduğu için, ona karşı tepki vermeye başlarız. tepki verdiğimiz irkildiğimiz şeyler tamamen, yüksek ses ve aniden beliren nesnelerdir. aylar geçtikçe, nesnelerin kalıcılığını ve nesnelerin nedenselliğini öğrendik. ve sonra 2 yaşımıza yaklaştık boyut kavramı gelişmediği için. belirsizliklerden korkmaya başladık. ve küçücük olduğumuz için büyük hayvanlardan, karanlıklardan, belirsiz sesleren korkmaya başladık.
3-4 yaşına geldiğimizde ise, gelişen hayal gücümüz nedeniyle, canavarlardan, ruhlardan perilerden, kendimizin veya yakınımızın başına kötü bir şeyler gelmesinden korkarız. hayaletlerden cadılardan etkileniriz. fiziksel bireyselliğimiz henüz olmadığından yalnız yatmak çok korkutucudur.
5-8 yaşlarında ise, insanlardan korkmaya başlarız, doğaüstü varlıklardan, gök gürültülerinden yalnız yatmaktan, kendi oynadığımız oyunlardan korkma eğiliminde oluruz. daha ilerleyen dönemlerde uçak kazalarından, ailemizin başına bir şey gelmesinden, endişeleniriz... 5 ila 7 yaşın altındayken, beynimizde prefrontal kortekslerindeki entegrasyon eksikliği nedeniyle cesaret gösterme yetimiz yoktur. Tek seferde yalnızca bir yoğun duyguyu hissedebiliriz, bu yüzden korkularımız bizi bunaltabilir ve sinirlenebiliriz, karşı koyabilir veya saldırganlaşabiliriz...

peki bütün bu korkularımızın kaynağı nedir?
yukarıda bahsettiğimiz gibi korkuya anlam yüklememiz çok sınırlıdır, çocuğa o şeyden zarar gelmesi, yakınlarından birinin ondan korkması, korkulan şeylerin doğal materyallerle ilişkisi olması. gibi. mesela en çok korkulan fobilerden biri karanlık ve köpek korkularıdır. küçüklüğümüzde birileri bizi karanlıkta tam da önemli yaşlarda korkutmuşsa, veya köpekler bizi ısırmışsa saldırmışsa ileride karanlıktan ve köpeklerden korkma eğilimi gösteririz.

hepimiz için hayatımızın belli dönemlerinde, babamızı birer süper kahraman, annelerimizi dağ gibi arkamızda duran figürlere oturttuk. babalar hiç hastalanmaz, anneler her şeyi halledebilir.. bu uğurda anne ve babaların yüksek ölçüde fobisi haline gelmiş şeyler, çocukta'Da aynı şekilde gözlenebilir. babanızın yükseklik korkuları vardır siz de önemli yaşlarda buna şahit olursanız, babam benim için kahraman, babamın korktuğu şeyden benim de sakınmam lazım diyerek bir fobi geliştirebilirsiniz. veya özellikle din ve inanç korkusu. görünmeyen bir varlığın insanları cezalandırdığı ve ödüllendirdiği korkusu insanlarda ömürleri boyunca tanrıya karşı bir korku acaba yaşatabilir. hatta bütün bunlardan bağımsız, küçükken korku filmi izlemişseniz, o korku filmlerindeki alakasız temalar sizin fobiniz hale gelebilir. mesela bir korku filmi ıssız bir otoparkta geçiyorsa, ileriki yaşlarınızda sessiz otoparklardan korkmaya başlarsınız. denizde yaşadığınız bir facia, sizi havuzlara karşı fobi sahibi yapar. nefessiz kalmaya, duş alırken bile korkarsınız.

ancak, korkular bizim evrimsel süreçte hayatta kalmamızı sağlayan temel etkenlerden biridir. daha çok korkmak, daha çok saklanmaktır. saklanmak, hayatta kalmaktır. hayata kalabilmek genlerini bir sonraki soya aktarabilmek demektir. bu süreç bugün için de aynen değişmemiştir. hayatında korkuları olmadan yaşayanların daha az hayatta kaldığı yönünde araştırmalar vardır. ölmekten korkmayan insan, önlem almadan yaşar. daha hızlı araç kullanır, daha çok yara alır ve ölüm riski artar. öldüğü içi genlerini bir sonraki soya aktaramaz...

korku, hem kendimiz için hem de yakınlarımız için alarmda ve sağduyulu olma yetisini bizlere kazandırmıştır. hiçbir korku ve ağrı hissetmeden trafik kazası yapmış olsaydık. hiçbir korkumuz ve canımızın yanması olmadan ateşe dokunabilseydik hem kendimiz hem de sevdiklerimiz bundan büyük zarar görürdü. gerçek korku, ''kaza ve hayati durumlarda önlem almayacak adar az, tepkisiz kalacak (donakalacak) seviyede de fazla olmamalıdır''

tıbbi açıdan korkular 3 ana gruba toplanır bunlar;
genel korku bozukluğu
panik bozukluk
fobik bozukluk

(bkz: genel korku bozukluğu)
anksiyete de denir. her 100 kişiden 5-6 kişide bir görülen bir durumdur. yaşla beraber görülme sıklığı artar. genelde hiçbir neden yokken, veya nedenler korkularla anlamsız ve çelişkili olduğu durumlarda görülür. kişiler, aşırı endişe içerisine kapıldıklarının farkındadırlar ancak, bunu yenemezler. titremeler, seyirmeler, sıcak ateş basması, yorgunluk sersemlik gibi belirtileri olabilir. nedenleri ise, kaygılardır..

Panik Bozukluk
aniden beliren, ve insanı dehşete sokarcasına titreten, bir kriz anı ve bir korku nöbetidir.
bu krizlere çoğumuzun aşina olduğu şekli ile panik atak diyoruz. sebepsiz yere aniden başlar 30 dakika kadar insanı krize sokar ilk 10 dakikası içerisinde maksimum düzeye ulaşır. sebebi ise, ölme, felç geçirme veya atağın tekrar başlayacağını zannetme gibi çok çeşitli nedenler yatar. bu konuya ayrıca panik atak başlığında uzun uzun belirteceğim. şimdilik kısaca geçiyorum.

fobik bozukluk
bunun da kendi içerisinde üç tipi vardır. agorofobi, özgül fobiler, sosyal fobiler. (bunları da ayrı ayrı kendi başlıklarında açıklayacağım)
agorofobi: evden çıkamama, kalabalık ortamlara girememe tünele girememe sinemaya, uçağa, asansöre binememe korkularıdır.
özgül fobiler: en yaygın olanları, kan, enjeksiyon, kaza, yılan, kedi köpektir. özgül fobilerde insanlar, fazla dürtülendiğinde çoğunlukla bayılırlar. ciddi fobilerdir.
sosyal fobiler: medeni cesaretsizlik, toplumda küçük düşme, toplum önünde bir şey yapamama korkusu. aslında hepimiz bunu yer yer yaşıyoruz. bunun da iki tipi vardır.
yaygın sosyal fobi, özgül sosyal fobi

dünyanın neresinde olursak olalım, insalığın ortak korkuları vardır. bu korkular genel olarak, yılan, gök gürültüsü, örümcek, uçak ve yükseklik, köpek, deniz, delik görme korkusu, kalabalık, doktor ve enjeksiyon korkularıdır..
her şeye rağmen, korkularımız sayesinde evrimsel olarak bu günlere kadar gelebildik. ne mutlu korkabilenlere...

pedofili ve istismarın birbirinden ayrımı

anonim_kullanıcı_4
pedofili hakkında çok fazla yanlış bilinen şeyler var. bunların ayrımı birbirinden nasıl yapılmalıdır?
bu yanlış bilgiler psiikolojik rahatsızlıkları sadece nekrofili ve pedofiliden ibaret gören mi dersin, pedofiliyi sadece 13-18 yaş grubu arasında zanneden mi dersin. hastalıktır diyen mi dersin. bu konu sizin bildiğiniz gibi değildir....
sakin kalabilenere bu konuyu açıklamaya çalışayım..


- - - uyarı: ülkemize çocuk istismarı bir suçtur. - - -

ülkemiz içerisinde, pedofili dediğimiz şey 18 yaş altındaki kimselere ilgi duyan insanlara denir. (5237 sayılı tck'nun 6545 sayılı yasanın 59. maddesi gereği 18 yaş altındaki herkes çocuktur). bu durumda liselilere ilgi duyanlar, 17-19 yaş arasında geçen duygusal ve cinsel ilişki, çocuğun duygusal ve cinsel olarak istismar edilmesi hükmünce resmen pedofili sayılmaktadır.
şimdi işin kanuni kısmını bir kenara bırakalım.

tanım gereği pedofili 0-13 yaş arası çocuklara ilgi duyanları kapsar. 11-14 yaş aralığındaki çocuklara ilgi duyanlara ise hebeophilia denir. 15-19 yaş arasındaki kitleye ilgi duyanlara ise ephebophilia deniyor. ancak ülkemizde aile rızası ile evlenme yaşı 16'ya kadar çekildiğini düşünürsek, pedofili midir? değil midir, tartışmaya açık bir konudur.

yabancı ülkelerde cinsel birliktelik yaşları 14'e kadar düştüğünü biliyoruz. ayrıca pedofili'li bireylere biz pedofili diyoruz onlar kendine kendinden küçüklere ilgi duyan bireyler - Minor Attracted Person yani kısaca ''map'' diyorlar. günümüzde amerika'da lgbt'li bireyler arasına yer edinmeye çalışıyorlar. ancak lgbt bireyler onları ısrarla dışlıyorlar....

pedofili bir hastalık değildir. en azından bizim bildiğimiz bütün nörolojik bilgilere göre hastalık değil, homoseksuellik gibi doğuştan gelir. kişi sonradan bunu seçemez. çocuk istismarı ile aynı anlama gelmemektedir. bakın bu ülkemizde çok karıştırılan şeylerdir. çocuk istismarı ile pedofili aynı şey değildir. 17 yaşındaki bir erkekle 50 yaşındaki kadın ilişkisi, 15 yaşında bir erkekle 20 yaşındaki bir kadın ilişkisi pedofili değildir...

17 yaşındaki bir kadın kolaylıkla 25 yaşında gibi olgun görnebilir. ne yapalım 17 yaşında, 18'ine bastığı gün kıza vahiy mi inecek suç değil mi diyeceğiz. bu mantıksızdır. zaten bu pedofili değildir. bu yasalarımızca istismara girer. ergenliğe girme ile pedofili değişken olur, tartışmaya açılır hale gelir.
pedofiliyi, tıbbi olarak tanımlayabilmek için 6 ay gibi bir sürede kendini tekrarlayan cinsel arzular bulunması gerekir. pedofili olan kişiler, devamlı olarak çocuklara ilgi duymaktadırlar. yani bizim çoğunlukla gördüğümüz 50 yaşındaki adam, 10 yaşındaki kıza tecavüz etti gibi haberler pedofili değildir. hatta hiçbir şekilde çocuklarda istismarda bulunmamış pedofililer bile bulunmaktadır.....

pedofiliyi tıbbi olarak incelersek
pedofili'nin kişinin beyni üzerinde bazı yapısal bozukluklara yol açtığı tespit edilmiştir. pedofilisi olanların beyinlerindeki santral striyatumdaki gri maddede hacimsel azalma meydana getirir ve sonuç olarak kişilerin beyinlerindeki ödül mekanizması bozulur. bu sayede bozulan bu nörolojik değişiklikler beyindeki ''duygu'' değil ''dürtüleri'' etkiler.
ancak bir çok psikososyal rahatsızlıklar gibi pedofilinin de kesin olarak bir tedavisi yoktur. eşcinsellik gibi ömür boyu devam eden bir meseledir. bir yönelimdir. tıbbi tedavisi için düşük vakalarda cinsel aktiviteyi azaltmak için SSRI ilaç grubu yani antidepresanlar verilir. daha şiddetli boyutlarda olan vakalarda testosteron düşüren ilaçlar verilmektedir.

burada dikkat etmemiz gereken, çocuğun cinsel istismarı ile pedofilinin birbirinden ayrı şeyler olduğunu anlamaktır. 14 yaşının altındaki bireylere cinsel istismar suçtur. burada konu kime çocuk, kime rıza sahibi diyebildiğimizdir. şuana kadar bildiklerimizin tamamı bizlere, pedofilinin hayat boyu devam eden bir mesele olduğunu, ve tedavi edilemediğini belirgin bir şekilde ortaya koymaktadır.

konunun daha ileri okumalarını, biyolojik yatkınlık, İnternet ve Çocuk ve Ergenlerin Cinsel İstismarı, Pedofili ile Birlikte Bulunan Psikiyatrik Bozukluklar ,Çevresel ve Sosyal Faktörler
Nöroanatomik Teoriler, Pedofilide Kişilik Özellikleri, Pedofilinin Sınıflandırılması, klinik özellikleri, psikoterapi, gibi bu ileri okumaları paylaşmayacağım şimdilik.. ileride vakit olursa, çok daha detaylı bir inceleme yazısı yazarım

aşk ütopyasında cellat olmak aşk ve seks hakkında her şey

anonim_kullanıcı_4
Aşk, güçlü bir bağlılık hissi ve kişisel bağlanma duygusudur.

Evrim ağacı - 2013

Türkçede biz bu duyguyu sevgi ve aşk diye iki seviyede incelesek de, İngilizcede böyle bir ayrım bulunmamaktadır ve her tür sevgi için "aşk" sözcüğü kullanılmaktadır. Türk Dil Kurumu aşk sözcüğünü şöyle tanımlamaktadır:

Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi, sevda, amor.

Sevgi sözcüğünü ise şöyle tanımlamaktadır:

İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu.

Dolayısıyla, aşkın sadece cinsiyetler arası sevgi olarak düşünülmesi kimi durumda hatalı olabilecektir. Ancak biz bu makale dahilinde Türkçe bir anlatımda bulunduğumuza göre, buradaki "aşk"tan kastımın “bireyin kendi cinsel yönelimi dahilinde, ilgi duyduğu cinsiyete karşı yoğun sevgi duyma hali”, yani günlük hayatta kullandığımız "aşk" olduğunu belirtmek isteriz. Bu tanımımızdan da anlayabileceğiniz ve eşcinsellik gibi konulardan da anlayabileceğimiz gibi aşk, erkekle dişiler arasında olmak zorunda olan bir duygu değildir.

Aşkın Evrimsel Temelleri

Aşk, diğer tüm duygular gibi sıradan ve yaygın bir duygu olduğuna göre, biyolojik olarak incelenebilmesi gerekmektedir. Gelin biraz buna bakalım:

Esasında aşkı sadece tek bir bilim dalı incelememektedir ve farklı açılardan ele alınabilmektedir. Örneğin aşkı inceleyen bilim dalları arasında evrimsel psikoloji, evrimsel biyoloji, antropoloji ve sinirbilim bulunmaktadır (ki bunların her biri, devasa bilimsel çalışma sahalarıdır). Biz burada yalnızca evrimsel biyoloji ve sinirbilim açısından ele alacağız.

İlk olarak, aşkın neden evrimleştiğini, yani bilimsel kökenlerini anlatmakta fayda görüyoruz. Bu sayede, aşık olduğumuzda vücudumuzda meydana gelen biyolojik ve fiziksel değişim kadarlerin nedenlerini daha kolay anlayabileceğiz.

Aşktan Sekse Yolculuk...

Evrimsel açıdan bakıldığında, aşkın evrimleşmesinin arkasındaki nedenleri tam olarak bilmek ne yazık ki mümkün değil. Çünkü duygular, arkalarında fosiller bırakmıyorlar ve doğrudan genlerle analiz edebileceğimiz unsurlar değiller: Bireyden bireye, zamandan zamana, mekandan mekana değişebiliyorlar ve çevreyle, kişinin kendi geçmişiyle ve daha nice unsurla çok sıkı bir ilişki içerisindeler. Hele ki aşk gibi bireyin bütün özelliklerinin toplamına bağlı olarak ortaya çıkan bir duygunun, bundan yüz binlerce ve hatta milyonlarca yıl önceki versiyonlarını görebilmemizin herhangi bir yolu yok.

Ancak evrimsel biyolojide sıklıkla başvurulan bir yöntem olarak, günümüzdeki (insan da dahil olmak üzere) hayvan türlerinin sevgi anlayışlarına/davranışlarına bakarak ve bunlar arasındaki paralellikler ile zıtlıkları analiz ederek, davranışsal bir evrim süreci belirlemek mümkün olabilmektedir. Üstelik bu davranışların fizyolojik kökenlerini anladıkça, genler üzerinden giderek ne gibi değişimler yaşandığını ve evrimsel süreçte aşkın ne gibi köşe taşları bulunduğunu konusunda çıkarımlarda bulunabilir, bu çıkarımları farklı hayvan gruplarında test ederek yanlışlayabiliriz. 

İlk bakışta, aşkın evrimleşmesinin en kritik nedenlerinden birinin seks olduğu açık bir biçimde görülecektir. Çünkü artık net bir şekilde bilindiği üzere, bütün canlılar hayatta kalmak ve üremek üzerine kurulu bir genetik yapıya sahiptirler; en karmaşık hayvan türlerinden, en basit yapılı bakterilere kadar... Bu, yaşamın var olabilmesinin en temel kuralıdır. Bu yolda, hayatta kalma veya üreme başarısını arttıracak her unsur ve yöntem, bir avantaj olacak, bu sebeple doğal süreçler içerisine seçilecektir. İşte aşk da, cinselliği sağlaması ve garanti altına alması açısından önemli bir unsurdur. Çünkü aşk, bireylerin birbirini anlaması ve birbirine bağlanması için çok güçlü bir hormonal unsurdur ve bu sayede, duygusal birliktelikten doğacak olan cinsel birleşme şansını kat kat arttırır. Bir duygu olarak aşk bu süreci, empati ve bağ kurma gibi ikincil duyguları içerisinde barındırarak yapar. Şimdi bunu örnekleyelim:

Hayali bir ortam düşünelim: Bu ortamda A grubu ve B grubu bulunsun. İki grupta da 200'er birey bulunsun. Bu 200'er bireyin 100'eri erkek, 100'eri dişi olsun. Anlatım kolaylığı açısından bu grubun tamamının heteroseksüel olduğunu düşünelim, yani erkekler dişilerden, dişiler de erkeklerden hoşlanıyor olsun. A grubunda, empati, bağ kurma, sevgi ve nihayetinde aşk gibi duygular bulunsun. B grubunda ise bu duyguların hiç bulunmadığını varsayalım.

Bu durumda, iki grup serbest bir şekilde bırakıldığında, üreme başarıları evrimsel açıdan aşkın neden evrimleştiğine dair fikirler verecektir: Muhtemelen, birbirine karşı empati, sevgi ve aşk duyan popülasyonlarda, kendisine uygun gördüğü bireye karşı saplantı duyma, arzulama ve aşk duyma gibi hisler, nihayetinde cinsel başarıyı da getirecektir. Diğer grupta ise, tamamıyla rastlantısal olacak olan çiftleşme, çok büyük ihtimalle birbiriyle uyumsuz bireylerin çiftleşmesi ihtimalini arttıracak, bu da popülasyonun geleceğini tehlike altına alacaktır. Yani aşk, seksin önünü açan ve onu garantileyen bir mekanizma olarak evrimleşmiş olabilir, bu çok muhtemeldir. Gerçekten de, evrimin Cinsel Seçilim mekanizmasının bir diğer adı "rastgele olmayan çiftleşme"dir. Bu, doğrudan aşka işaret etmek için kullanılmasa da, üremenin rastgele olup olmadığı evrimin yönünü belirleyen önemli bir faktördür.

Burada anlaşılması gereken kritik bir diğer nokta bulunmaktadır: kişisel arka plan. Bir kişiye aşık olup olmayacağımızı seçememekteyiz. Benzer şekilde, hangi bireye aşık olacağımızı da seçememekteyiz. Bunun neden olduğunu hiç düşündünüz mü? Bir erkek olduğunuzu düşünelim:

Bir dişiye aşık olduğunuzda, öncesinde durup düşünür müsünüz? Burnu 30 derece eğime sahip, gözleri birbirinden 5 santim ayrık ve mavi renkte, saçları 56 santimetre uzunluğunda ve sarı, boyu 1.66 ve kilosu 55. Bu kız tam bana göre!

Elbette böyle bir analizde bulunmazsınız. Tek bir bakış bile, beyninizin anında tek bir bireye saplanıp kalmasına neden olabilmektedir. Zaten evrimsel avantaj da buradan kaynaklanmaktadır: İmkan olan her ortamda cinsel başarıya ulaşmaktansa, o cinsel başarıyı sağlayacak unsurları yaratmanıza neden olacak bir duygunun evrimleşmesi son derece avantajlıdır.

İşte burada "kişisel arka plan" olarak tanımladığımız unsur, aşk için bu yüzden önemlidir. Sizin kime aşık olacağınızı, biyolojik ve kültürel arka planınız belirlemektedir. Biyolojik yapınız, yani genetik ve gelişimsel özellikleriniz sizin ilk bakıştaki tercihlerinizi belirlemede rol oynamaktadır. Kültürel özellikleriniz ise, aşık olacağınız kişilerin sizin için sosyal anlamda ne kadar uygun olduğunuzu belirlemenizi sağlayacaktır.

Kimi zaman ilk bakışta çok güzel/yakışıklı bulduğumuz kişilerden, onlarla konuştuktan ve sosyokültürel durumunu anladıktan sonra soğuyabiliriz. Tam tersi şekilde, ilk bakışta beğenmediğimiz kimselerle konuştukça, onlara aşk duyduğumuzu fark edebiliriz. İşte beyniniz, tüm bu süreçler olurken, sizin sosyobiyolojik arka planınız ile söz konusu şahsın arka planı arasındaki uyumluluğa bağlı olarak aşk duygusunu, sizin kontrolünüzden tamamen bağımsız olarak gerçekleştirebilmektedir. Kişisel zevklerimizin, genetik ve çevresel birçok unsurdan ötürü birbirinden tamamen farklı olması, aşkın hedeflerinin de tamamen farklı olmasına neden olmaktadır. Bu yüzden kimi zaman çiftleri birbiriyle yakıştıramaz ve birbirlerine layık görmeyiz; ya da tam tersi şekilde birbirlerine uyumlu buluruz.

Dolayısıyla, evrimsel açıdan bakıldığında, A ve B grupları arasındaki başarılı çiftleşme oranı kıyaslanacak olursa, A grubunun daha başarılı yavrular üretebilmesi çok daha muhtemeldir. Belki B grubu da başarılı olabilecektir (sonuçta üremeyi başarmaktadırlar); ancak A grubunun yavruları, nesiller geçtikçe, B grubundan daha üstün olabilecektir. Zaten evrimsel bir analiz de ancak bu şekilde yapılabilir: Uzun vadede, nesiller boyunca iki popülasyon içerisindeki uyum başarısı grafiklerinin nasıl değiştiği önemlidir. Hele ki değişen çevre koşullarında, aşk ve bağlılık gibi duygular sayesinde uygun bireylerin birbirleriyle çiftleşmesi, gelecek nesillerin daha uyumlu olmasını garanti edebilir.

Tüm bunların, evrimsel biyoloji dahilinde çok basit bir nedeni vardır: cinsel seçilim. Esasında beyninizin, ilk etapta tamamen içgüdüsel olarak yaptığı seçimler, en güçlü evrim mekanizmalarından biri olan cinsel seçilimin işleyişini yansıtmaktadır. Cinsel seçilimin etki ettiği davranışsal özelliklerin de aşkla ilgili yönelimlerimizde büyük rolü olduğunu söyleyebiliriz. Tüm canlıların özellikle içgüdüsel davranışları, seçilim sonucunda başarılı olabilecek şekilde özelleşmiştir. Elbette, her zaman olduğu gibi, popülasyon içerisinde geniş bir çeşitlilik (varyasyon) vardır: Bazı bireyler daha isabetli seçimler yapabilecek dürtülere sahipken, bazıları bundan yoksundur. Değişen çevre koşulları dahilinde, bu çeşitlilik çerçevesinde en uyumluların sürekli seçilimi evrime neden olacaktır. Bu evrimin içerisinde aşk gibi duygular da, cinsel seçilim (dolayısıyla evrim) tarafından desteklenmektedir.

Türümüzün (ve diğer birçok türün) dişileri ve erkekleri, birbirlerini belli özelliklerine göre seçmektedirler ve kendilerine uygun buldukları özelliktekilerle çiftleşmeyi tercih etmektedirler. İşte bu, evrimin cinsel seçilim mekanizmasıdır. Beyin bakımından oldukça gelişmiş bir hayvan türü olarak insanda, bu seçilim sadece fiziksel özelliklere göre değil, daha önce de açıkladığımız gibi arka plan bilgilerimize bağlı olarak da yapılmaktadır. Ancak ne olursa olsun, ortada bir seçim vardır ve bu seçim, evrimsel süreçte gelecek nesillerdeki bireylerin (yavrularımızın) genetik yapısına doğrudan etki etmektedir.

Bu sebeple, cinsel seçilimin etkili olmadığı, yani cinsiyetlerin birbirlerini herhangi bir öncül koşula bağlı olarak seçmedikleri, rastgele çiftleşen türler bile günümüzde hayatta kalabilmektedir; ancak birçok türde cinsel seçilim etkilidir. Bunun sebebi, aşk, sevgi ve bağlılık duygularının popülasyonun cinsel başarısını arttırıyor olması olabilir.

Öte yandan, aşkın sadece cinsel başarı için evrimleşmediğini düşünen birçok bilim insanı da bulunmaktadır. Zira hem insan, hem de diğer hayvan türleri incelenecek olursa, her aşkın sonu, seks ile bitmemektedir (büyük bir çoğunluğu sonunda buna ulaşıyor olsa da). Benzer şekilde her seks, aşka dair duyguları da beraberinde taşımamaktadır. Örneğin çiftleşme sonrası erkeğinin kafasını kopararak yiyen dişi mantisin veya benzer şekilde üreme sonrasında erkeğini öldüren bir karadulun o sırada pek de aşk dolu duygular beslemediği aşikârdır (mantislerin aşk anlayışı bizden çok farklı değilse tabii). Bu durumda, aşkın evrimsel geçmişinde başka bir sebep daha yatıyor olabilir. İşte evrimsel psikologlar, bu konunun detaylarını aydınlatmak için çaba sarf etmektedirler. Şimdi bu konudaki bazı önemli bulgulara değinelim.

Evrimsel Psikolojinin Aşka Yaklaşımı

Bağ... Evrimsel süreçte, özellikle toplumsal bir yapıya sahip olan sosyal türlerde, popülasyonu bir arada tutan en önemli özelliklerden biri, bireyler arasında oluşan bağlardır. Ebeveyn ile yavru arasında, benzer dönemde doğmuş bireyler (genelde kardeşler ve yaşıtlar) arasında, erkekler ve dişiler arasında oluşan bağlar, sosyal yapıyı güçlendirmekte ve evrimsel olarak avantajlı bir konuma geçilmesini sağlamaktadır. Ayrıca bu bağ duygusu, empati duygusunu da beraberinde getirmekte, böylece bencil ve bireysel davranan bireyler yerine, bir bütün olarak hareket edebilen türler evrimleşebilmektedir. Dolayısıyla türün devamlılığı ve gücü açısından aşk duygusu önem arz etmiş olabilir. Rastgele çiftleşen bireylerde, ebeveynleri ile yavrular arasındaki sevginin farklı bir forma dönüşmesi, cinsiyetler arası sevginin evrimleşmesine neden olmuş olabilir. Çünkü özellikle ebeveyn ile yavru arasındaki sevgi, karşılıklı bir gizli çıkar ilişkisine dayanmaktadır. 

Her ne kadar "anne sevgisi", kültürel yapımız içerisinde "yüce" olsa da, evrimsel ve bilimsel açıdan oldukça çıkarcı bir ilişkinin ürünü olarak gelişmiştir: Anne, yavrusuna bakarak kendisinin daha ileriye götüremeyeceği genlerinin, gelecek nesillere aktarılmasına katkı sağlamış olur. Yavruysa, annesi tarafından bakılarak, diğer yavrulara göre avantajlı konuma geçebilir. Böylece hem yavru, hem anne evrimsel açıdan kazanmış olur. Elbette bu bilinçli veya art niyetli olarak yapılmaz; ancak organizmaların genetik donanımının bu tür bir bencillikle yüklü olduğunu gösteren sayısız veri vardır. Ne var ki özellikle kültürel evrimimiz sayesinde geliştirdiğimiz diğer sosyal özellikler, bu tür bencillikleri çoğu zaman baskılayabilmektedir. Örneğin bir başkasının çocuğuna ve hatta başka türlerin yavrularına, tamamen karşılıksız gibi gözüken bir sevgi besleyebiliriz (her ne kadar bu tür sevginin bile karşılıklı olduğunu iddia edebilecek sayısız bilim insanı bulunsa da).

Dolayısıyla aşkın evriminin temelleri, cinsel güdüler ve toplum bireyleri arasındaki bağın, türün devamlılığına katkı sağlıyor olmasına dayanmaktadır diyebiliriz.


Bir diğer önemli nokta, ebeveynler arasında kurulacak bağın yavrular için önem arz ediyor oluşudur. Çoğu türde erkekler, çiftleşme sonrasında yuvayı terk ederek yeni potansiyel eşler aramaya başlarlar. Bu, kimi tür için avantajlı bir strateji olsa da, türümüz için pek de avantajlı olduğu söylenemez. Çünkü beyin yapımızın evriminden ve kafalarımızın büyüklüğünden dolayı, iki ayak üzerinde yaşamaya uyumlu türümüzün doğumu oldukça sancılı bir hal almış, evrimsel süreçte bebeklerimizin ve dişilerimizin vücutları bu zor doğumu başarabilecek bazı değişimler geçirmiştir: Kafataslarımız yumuşak ve esnek olarak doğarız, anneler doğuma yakın ağrı kesici etkisi olan hormonlar salgılarlar, vs.

Ancak hepsinden önemlisi, insan türünün bebekleri, gelişimlerinin daha çok başlarındayken doğarlar ve gelişim evrelerinin büyük bir kısmını, ana karnının dışında, vahşi yaşam içerisinde geçirirler (günümüzde bu yaşam artık herkes için “vahşi” olmasa da). Dolayısıyla türümüzün bebekleri, evrimsel açıdan oldukça dezavantajlı bir konumdadır, ancak böylesine büyük bir beyin için, iki ayak üzerinde duran ve dolayısıyla doğum kanalı iki bacağının arasına hapsolmuş ve dar kalmak zorunda olan bir tür dahilinde, bu şekilde bir evrim kaçınılmazdır. İşte bu sebeple, biyolojik evrimin şekillendirdiği kültür, insan ebeveynlerinin arasındaki bağı güçlendirecek şekilde gelişmiştir. Bunu başaramayan veya bu tür bir duruma daha uyumsuz olanlar her nesilde elenmiştir.

Bunun nasıl olduğunu anlamak oldukça basittir: Her bireyin, evrimsel süreç içerisinde sahip olduğu karakterler vardır, bunu yazı içerisinde “kişisel arka plan” olarak tanımlamıştık. İşte bu arka plan dolayısıyla, bazı bireyler aile kavramına ve sevgiye daha eğilimli iken, bazıları bundan daha uzaktır. Dolayısıyla vahşi yaşamda, eğer ki aile ve bütünlük kavramlarını destekleyecek durumlar oluştuysa (ki az önce anlattığımız sebeplerle türümüz üzerinde bu tür bir baskı oluşmuştur), birbirine daha fazla bağlılık duyan ve dolayısıyla aile kurmaya ve sürdürmeye daha meyilli olanlar avantajlı konumda olacaktırlar. Bu avantajın evrim süreci içerisinde sürekli seçilimi, aşk gibi bağ duygularının gelişmesini ve güçlenmesini sağlamış olabilir. Bir arada kalarak, yavrularını daha uzun süre, daha güçlü bir şekilde koruyan bireyler, kaçınılmaz olarak daha avantajlı olacaktırlar. Dolayısıyla, kendi genlerinin bir karışımı olan yavrular arasından da, bu eğilime en yatkın olacak şekilde genlere sahip olanlar ve bu duygulara en aşina olarak yetiştirilen bireyler, vahşi yaşamda daha avantajlı olacaktırlar. Bu da aşk gibi duyguların her nesilde daha da artması ve popülasyon içerisinde sabitlenmesi anlamına gelir.

Görülebileceği gibi aşkın evrimini tek açıdan incelemek oldukça zordur. Doğum biçimimizden, iki ayak üzerinde yürüyecek şekilde evrimleşmemize, beyin yapımıza ve büyüklüğüne kadar sayısız unsur, aşk gibi bir duygunun evriminde rol oynamış olabilir. Ancak ne olursa olsun, aşkın evrimsel açıdan uyum sağlıyor oluşu, bu özelliğin türümüzde sabitlenmesini garantilemiştir.


Diğer Hayvanlar Aşık Oluyorlar Mı?

Bu evrimsel bakış açısını tamamlamadan önce, diğer hayvan türlerine kısaca bir bakış atmakta fayda olduğunu düşünüyoruz. En nihayetinde evrim, var olmuş, var olan ve var olacak tüm türlerin birbirleriyle akraba olduğu gerçeğini bizlere gösterdi. Bu durumda, sahip olduğumuz özelliklerin aynılarını veya benzerlerini kuzen türlerde görmeyi beklemek son derece doğaldır.

Açıkçası diğer türlerde aşk kadar güçlü bir sevgi unsuruna doğrudan rastlanmamaktadır. Bu, evrimsel biyolojide son derece aşina olduğumuz bir durumdur. Zira bir duygu olarak aşk, beyinde olup biten bir olgudur ve bizim beynimiz kadar gelişmiş bir beyne sahip hiçbir canlı evrimleşmemiştir. Bu durumda, beyinden kaynaklı bir unsurun bu karmaşıklıkta, bir diğer türde olmasını beklemek hata olacaktır. Fakat buna rağmen, birçok diğer hayvan türünde sevgi anlayışının olduğunu görüyoruz, özellikle de duygusal açıdan son derece gelişmiş bir canlı grubu olan memeli hayvanlarda…

Hayvanların sadece içgüdüler ile hareket etmedikleri, bizler gibi bilinç, algı ve düşünce sahibi oldukları bugün artık yaygın olarak bilinen ve kabul edilen bir gerçektir. Dolayısıyla bu canlıları birer robot, programlanmış birer makine olarak görmek tamamen hatalı olacaktır. Diğer hayvanlar da düşünerek kararlar alabilir, tercihlerde bulunabilir. Ancak aşk gibi neredeyse tamamen içgüdüsel olan duygularda zaten algısal zekaya pek de yer kalmamakta, bilinçli tercihler önemsiz sayılmaktadır.

Diğer hayvanların keyif, empati, acı, keder, utanç, öfke duyduklarını gayet net bir şekilde biliyoruz. Peki ya aşk? Tam olarak “aşk” biçiminde tanımlanabilir mi, henüz kesin bir veri yok; ancak hayvanların sevgi duydukları çok aşikar. Bir köpeğin sahibine duyduğu hayranlık ve bağlılık bunun en yaygın örneklerinden birisidir. Ayrıca en yakın kuzenlerimiz olan bonobo maymunlarının bazı popülasyonlarında, tıpkı insanlarda aşkın evriminde olduğu gibi, birbirine aşk duyan ve dolayısıyla bağlılıkları daha güçlü olan bireylerin yavrularının daha avantajlı olduğunu gösteren veriler elde edilmiştir. Yani onlarda da, bizimkisi gibi bir aşk duygusunun evrimleşmiş ve evrimleşiyor olması çok muhtemeldir.

Türümüzü ayırt eden özelliğimizin beynimiz olduğunu söylemiştik. Diğer hayvanlarda, benzer duygular evrimleşmiş olmasına rağmen, bunların bizdeki kadar karmaşık olmamasının sebeplerinden biri beynimizin evrimidir. Bir diğer sebep ise, bu evrime paralel olarak gelişen sosyokültürel yapımızdır. Yani türümüz, çok karmaşık bir sosyal ağa sahiptir ve bu, biyolojik evrim sonucunda ortaya çıkan birçok özelliğin, kültür çerçevesinde yeniden tanımlanmasına neden olmuştur. Bu çok derin ve apayrı bir konudur; ancak aşkın edebi ve felsefi yorumları, günümüzde eşcinsellere yapılan baskılar, vb. aşk ile ilintili unsurlar incelenecek olursa, bu konunun arkasında biyolojik evrimden daha fazlası olduğu görülebilecektir. Ne var ki kültürel olan her şeyin temelinde, biyolojik bir arka plan yattığını görebilmekteyiz. İşte bu sebeple, diğer hayvanlar üzerindeki incelemeler çoğaldıkça, aşkın evrimsel kökenlerine de daha net bir ışık tutulacağı ortadadır. Şimdilik, diğer hayvanların birçoğunun, bizler kadar karmaşık olmasa da, net bir sevgi anlayışları olduğunu söylemek muhtemelen hatalı olmayacaktır.

Aşkın Sinirbilimsel Temelleri

Aşkın sinirbilimsel temelleri, bize o sırada neleri, neden hissettiğimize dair çok net veriler sunmaktadır. Öncelikle, aşkın diğer tüm duygular gibi tamamen hormonal bir sürecin sonucunda vücudumuzda oluşan tepkilerin toplamında hissedilen bir duygu olduğunu hatırlayalım. Yani aşkı anlamak istiyorsak, arkasındaki nörokimyasal temelleri anlamamız gerekmektedir.

Bilimsel açıdan baktığımızda, aşk duygusuna neden olan temel hormonlar ve kimyasallar olarak karşımıza sinir büyüme faktörü, testosteron, östrojen, dopamin, norepinefrin (noradrenalin), serotonin, oksitosin ve son olarak vazopressin çıkmaktadır. Görülebileceği gibi aşkın bize karmakarışık hisler yaşatmasının nedeni, oldukça karmaşık bir hormonal dengeye dayalı olmasıdır.

Aşkın Endokrinolojisi

Şimdi, evrimsel biyoloji ile ilgili açıklamalarımızdan da yola çıkarak, kendimize uygun gördüğümüz (biyolojik veya kültürel olarak) bir bireyle karşılaştığımızda, bu sayılan hormonların vücudumuzda ne gibi değişimler yarattığına bir göz atalım:

Testosteron

Özellikle ilk aşık olma anında ve yakın çevresinde etkili bir cinsiyet hormonudur. İlgi duyduğunuz cinsiyete karşı şehvet ve istek duymanıza, bu cinsiyeti arzulamanıza neden olur. Dişilerde az miktarda bulunur ve bu görevleri vardır; ancak bunun haricinde erkeklerde, aşkın ilk evrelerinde penisin ve testislerin muhtemel bir cinsel birleşmeye hazırlanmasını sağlar. Cinsel dürtü uyandıran bireylere karşı penisin dikleşmesine neden olur. 

Östrojen

Özellikle ilk aşık olma anında ve yakın çevresinde etkili bir cinsiyet hormonudur. İlgi duyduğunuz cinsiyete karşı şehvet ve istek duymanıza, bu cinsiyeti arzulamanıza neden olur. Erkeklerde az miktarda bulunur ve bu görevleri vardır; ancak bunun haricinde dişilerde, vajinanın ve döl yatağının olası bir cinsel çiftleşmeye hazırlanmasını sağlar. İlgi duyulan bireye karşı vajinanın ıslanmasına neden olabilir.

Sinir Büyüme Faktörü

Aşk hormonları arasına göreceli olarak yeni katılan bu kimyasal, özellikle ilk aşık olduğumuz zamanlarda hızla artışa geçmekte, 1 seneden sonra ise kademeli olarak azalmakta ve eski haline dönmektedir. Dolayısıyla bilim insanları, gerçekte aşkın ömrünün 1-2 sene civarında olduğunu düşünmektedirler. Bu da esasen mantıklıdır; zira insanın tek bir bireye takılı kalması, evrimsel çeşitlilik önünde engel arz etmektedir. Ne var ki insanın kültürel yapısı, onu tekeşli bir sosyal yaşantıya itmiştir; bu sebeple ilk zamanki gibi bir aşk duygusu olmasa bile çiftler hem sosyal sorumluluklar nedeniyle, hem de birbirlerine duydukları bağlılık ve sevgi/saygı ilişkilerinden ötürü onlarca yıl birlikte kalabilmektedir. Ancak tekrar etmek gerekir ki, hem insan, hem de yakın akrabaları, sosyal olarak tekeşli olsalar bile, cinsel olarak çokeşli olacak şekilde evrimleşmiş türlerdir.

Dopamin

Sinirsel bir iletim kimyasalı olan dopamin, salgılandığı zaman vücutta mutluluk ve huzur hislerini uyandırır. Bireye ek bir enerji ve dikkat katar. Bu sayede, aşık olunan birey üzerine odaklanılır ve ona ulaşılmak için gereken ek enerji ve dikkat sağlanabilir. Bu da, evrimsel açıdan ileri sürülen argümanları desteklemektedir. Ayrıca, aşık olmaktan hoşlanmamızın sebebi, bu güzel duygulardır. Çeşitli uyuşturucu ve sakinleştirici ilaçların yarattığı etkiyle aynı etkiye neden olur.

Noradrenalin

Aşık olduğumuzda duyduğumuz strese karşı salgılanan bir hormondur. Stres, birey üzerinde oluşturulan her türlü çevresel baskıdan kaynaklanabilir ve aşk, bu baskılardan sadece biridir. Ancak noradrenalinin salgılanması sebebiyle kalp atışları hızlanır, dudaklar ve ağız kurur, kaslara giden kan artar, mide ve bağırsak kasları gevşer. Bu da yine, olası bir çiftleşmeye hazırlık evresi olarak görülebilir. Ancak daha önemlisi, aşkın tarih boyunca hep kalp ile eşleştirilmesi yanılgısının ana sebebi budur. Noradrenalin nedeniyle, aşık olduğumuzda kalbimiz hızlandığından ve midemizdeki kaslar gevşediğinden, "kalp ile aşık olduğumuzu" ve "karnımızda kelebeklerin uçuştuğunu" hissederiz. Bu, bilimsel olarak hatalıdır. Aşık olan tek organ beyindir.

Serotonin

Başlıca mutluluk hormonu olan serotonin, aşkın da temel hormonları arasında yer almaktadır. Ancak serotonini aşk açısından özel kılan, bu mutluluk hissinden çok, obsesif-kompulsif davranış bozukluğuna sahip, bir diğer deyişle "takıntılı" insanlarda bu hormonun aktivitesindeki sorundan kaynaklanan bir açıklamanın bulunuyor olmasıdır: Aşık olduğumuzda, tek bir kişiden başkasını düşünememe sebebimiz, serotonin düzeylerindeki dalgalanmadır. Kısaca aşık olduğumuzda, tıpkı ciddi bir hastalık olan obsesif-kompülsif davranış bozukluğunda olduğu gibi, takıntılı bir hal alırız. Bu da yine, arzulanan hedefe ulaşmak için evrimsel avantaj sağlayan bir hormonal düzenlemedir.

Oksitosin

Sinir Büyüme Faktörü'nde aşkın ömründen biraz bahsetmiştik ve teknik olarak aşkın bitmesine rağmen çiftlerin genelde uzun yıllar bir arada kalabildiklerini söylemiştik (esasen birçok ülkede evliliğin ortalama süresi 7-10 yıl olarak verilmektedir). İşte bu uzun süreler birlikte kalabilmemizi sağlayan, aşkın bir diğer unsuru olarak gösterdiğimiz bağ duygusudur. Oksitosin, bağlılık duygumuzu güçlendirerek eşimizden ayrılmamamızı sağlamaktadır. Oksitosin seviyesinde anormallikler olan bireylerin evliliklerinin de başarısız olduğu düşünülmektedir. Ayrıca oksitosinin ebeveyn-yavru ilişkilerinde de üst düzeylerde salgılanıyor olması, aşkın evrimsel kökenleriyle ilgili argümanlara destek olmaktadır. Bunun haricinde oksitosin, yanı zamanda cinsel orgazm sırasında da doruk düzeyde salgılanmaktadır. Bu da, aşk ile cinsellik arasındaki bağ hakkında fikirler vermektedir. 

Vazopressin

Tıpkı oksitosin gibi vazopressin de uzun dönem bağlı kalmayı sağlayan hormonlardan biridir. Ebeveyn-yavru arasında kurulan ve ömür boyu sürmesinin avantajlı olduğu bu bağlar, cinsiyetler arasında da kurulduğunda, toplumsal bir başarı ve istikrar sağlanabileceği düşünülmektedir. Bu sebeple evrimsel süreçte bu tip bir bağlılık duygusunun evrimleştiği düşünülmektedir. Ayrıca vazopressin, seks sonrasında salgılanmaktadır. 

Aşkın Fizyolojisi

Tüm bu hormonal değişimlere bağlı olarak vücudunuzda bir dizi fizyolojik değişim yaşanır. Bunların bir kısmı fiziksel olarak dışarıdan gözlenebilir; diğerleri ise psikolojik olarak tarafınızca deneyimlenebilir. Bu durum sevdiğimiz birini gördüğümüz zaman yaşadığımız baştan aşağı heyecanlanma hissini veya o özel kişiyle tanıştıktan sonra hissettiğimiz "sarhoşluk" hissini açıklamaktadır. Bunlara bir bakış atacak olursak:

Sonuç

Dolayısıyla, aşkın evrimsel ve biyolojik kökenlerine bakıldığında, son derece sıradan ve anlaşılır bir duygu olduğunu görebiliriz.

Elbette kültürel evrimimiz dahilinde aşka ve diğer duygulara anlamlar yüklememiz son derece olağandır. Ancak bunları abartarak, bilime dahil etmeye çalışmak, akıl dışı olacaktır. 

Tüm bunları, aklınızın bir köşesinde bulundurarak, ömrünüzü aşk dolu yaşamanızı dileriz
1
mars mars
okumadım ama bastım şukuyu.

baştan sona bütün detaylarıyla olay yeri nedir nasıl incelenir

anonim_kullanıcı_4
merhaba, sözlüğün kriminal dedektifleri ve cinayet araştırması seven insanları.
suç, adli tıp ve kriminoloji severlerin ilgisini çekecek bazı incelikleri paylaşmaya karar verdim..
iş bu başlık, yazarın, o dönemlerde adli tıp stajı ile polis kriminoloji laboratuvarı arasında geçen bir takım derlemelerinden oluşmuştur.
baştan sona tüm detaylarıyla, olay yeri nedir, nasıl incelenir?
haydi başlayalım..


olay yeri, nedir?
suçun kasıtlı davranış hali ile failin kaçış yönüyle devam eden, olayın işleniş tarzı, mağdur ve suç sanıklarının ilişkisinin en net saptanabildiği, iz ve delilleri barındran dinamik alanı ifade eder. olay yeri incelemesi, olayla ilgili suçun aydınlatılmasına yönelik araştırmaları ifade eden nitelik bulgularıdır.


suçu kimler araştırır?
olay yerine intikal eden ilk ekip, kiş iveya kişiler.
soruşturma ekibi (savcı adına olayı araştırıp, savcıya delil sunacak ekip) polis, jandarma asker vb.
olay yeri inceleme ekibi
ve adli tıp uzmanlarından oluşur

Olaydan Sonra
bir olay yeri, olayın etrafını şeritlerle çevirerek, tanıkların olay yerinden ayrılmamalarını sağlayarak, delillerin kaybolmasını değişmesini bozulmasını engellyerek korunabilir. bu süreçte kalabalık uzaklaştırılır. kaçan sanıkların eşkalleri, silahları nereye kaçtıkları bildirilir. ve aynı zamanda olay yerine cumhuriyet savcısı gelmeden olay yeri terk edilmemelidir. delillere kesinlikle dokunulmamalı, olay yerine tekrar girilmemelidir. kapalı ise kapısını kapatmak gerekir.


Olay yeri Nasıl İncelenir?
Öncelikle olay ile ilgili bilgi alınır. (maktul yakını, olay yerindeki ekip, mağdurlar)
etraftaki kamera görüntülerinin alınması sağlanır. ve daha sonra olay yerinde bulgu aranması sürecine geçilir. olay yeri inceleme ekibi, bulduğu her bulguyu numaralandırır. bulguların ölçekli fotoğrafını ve bir video kaydını elinde tutar. daha sonra alınan kamera kayıtlarının ardından, deliller tek tek toplanır ve paketlenir, etiket işlemleri yapılır. deliller kaldırıldıktan sonra, olay yeri inceleme raporu yazılır ve bir kroki çizilir, bu kroki maktulün yatış şekli vb şekiller olabilir. ardından deliller ilgili birimlere teslim edilir.
Olay yeri inceleme yöntemleri nelerdir?
şerit metodu
ızgara metodu
spiral metodu
tekerlek metodu
bölge metodu
(bu yöntemler teker teker açıklanacaktır)

ancak bu yöntemle ne olursa olsun, amaç ''fail - maktül/mağdur - olay yeri'' ilişkisini ve delillerini incelemektir. olay yerinin ayrıntılı incelenmesi ile farklılık gösterirler. detaylı olarak incelemesinde ise,
failin - maktülün/mağdurun olay yerinde bıraktığı izler, (parmak izi, diş izi, boğuşma izi, ip izi, ayak izi vb)
suç delili olabilecek malemeler( bıçak, ateşli/ateşsiz silah, tornavida, kovan,mermi çekirdeği vs) öncelikli olarak olay yerinde bulunmaya çalışılır.
bu bağlamda delilleri sınıflandırırsak, 3 çeşit delil bulunur. bunlar beyan delilleri, belge-vesika delilleri- maddi delillerdir. bu deliller içerisinde en önemli ve belirleyici olan maddi delildir, maddi deliller işlenen suçun yeniden canlandırılmasına, laboratuvar'da işlem gördükten sona mahkemede delil olarak kullanılabilecek maddi bir yapısı olan, ell görülüp canlı veya cansız maddeye, ve ize maddi delil denir.
birtakım maddi delillere örnek olarak; kan, meni, tükürün, kıl, idrar, ter, kemik, parmak izi, avuç izi, diş izi, ateşli silah, ses görüntü delilleri, el yazıları, boyalar, uyuşturucu maddeler, yanıcı maddeler, örnek verilebilir. bu deliller içerisinde de en önemli olanı parmak izidir.


parmak izi, parmağımızın ucunda bulunan papillerin dokunduğumuz yerlere por deliklerinden çıkan sıvı nedeniyle cisimler üzerinde bıraktığımız ize denir. parmak izleri, değişmez, birbirlerine benzemezler bu yüzden çok belirleyicidirler. parmak izleri genelde hemen hemen her yere bulaşır. olay yerinde bulunan kan, cam, metal, kağıt, odun karton, plastik her maddeye geçer. bu nedenle bir olay yerinde ve delillerin üzerinden parmak izi örneği alınır.

delilleri olay yeri inceleme ekibi incelerken, eldivensiz kesinlikle çalışmamalı, eşyaların her zaman tutulan rutin bölgelerinden tutulmamalıdır. eşya tutulurken, parmak izinin çıksa dahi bundan istifade edilmeyeceği yerlerden tutulmalıdır.

bardak, baş ve işaret parmakları ile alt ve üst kenarlarından tutulmalı, şişe ağzından içeri sokulacak bir çubuk veya kurşun kalemle yerden alınmalı, cam ve keskin şeyler, iki elin parmaklarıyla sivri veya kesin yerlerinden tutularak alınmalıdır. her türlü bilgi, belge vesika, zarf, kağıt mektup gibi şeyler pulcu pensleri ile dokunulmadan alınmalıdır. tabancalar namlu ucundan karşılklı iki parmakla kabzasından iki parmakla alınmalıdır.

ayak izleri ise, ayağın durumuna göre, çıplak çoraplı, ayakkabılı, ayakkabı üzerinde ise, yumuşak ve sert zemin olarak ayrılır. çıplak ayak şeklinde, papil hatlarının vaziyeti, ayak şekli parmak durumu vs incelenir. çoraplı izlerde ise, dokuma örgüsü, delik, yırtık, ayak şekli bakılır.


tekerlek izleri ise, olay yerine arabayla veya vasıtayla geliş gidiş olarak anlamaya yarar. tekerlek izinden aracın cinsi ve modeli tayin edilebilir. çamurlu, kirli, asfaltın sıcaktan yumuşamış kısımlarında kumlu bölgelerde aracın tekerleğinin kabartma izi denilen izi bulunur. ıslak yollardan, geçen bir araç kuru bir yola temas ettiğinde ise pozitif iz bırakır bu izler kısa mesafeler için çok elverişlidir. bu süreçte aracın takip ettiği güzergahlardan toprak çamur toz örnekleri alınıp şüphelinin aracı ile karşılaştırılması yapılır.

olay yerinde bulunan kırık cam parçalarından, merminin giriş yönü, atış açısı, tabancanın cinsi, birden çok atışlarda, hangi atışın daha önce yapıldığı, eğer bir araçsa, aracın markası modeli, bulunabilir...


olay yerinde bulunan diğer bir delil ise bildiğimiz üzere kandır. kan kişi hakkında en büyük ipucu veren biyolojik delildir. olay yerinde elde edilen delillerden hepsine gözle görülür veya uv ışığı altında büyük bir mercekle kan taraması testi yapılır. olay yerinde incelerken, cep ağızları, pantolon paçaları, düğmeler, tırnak içleri, ve saçlar özenle aranmalıdır. çünkü kan en çok buralarda bulunur. eğer bir kan örneği alınacaksa, 2-3 santimetrelik bir alanda pamuğun suyla veya alkolle ıslatılmadan kuru bir şekilde yapılması sağlanır. bu pamuklar 3 güne kadar dayanır.

kıl örnekleri ile de genetik analizi yapılır. olay yerindeki şapka, giysiler, fırça, tarak, ve paspaslardan kıl örnekleri alınır. bu süreçte ekipler sürekli bone kullanmalıdır. kılların kaybolmasını önlemek için, kıllar katlanmış kağıtların içerisine konur ve daha sonra paketlenir. bu sayede kaybolması önlenir. zarfta kullanılabilir. maktül ve failden alınan kıllar eğer tecavüz vakası ise cinsel bölgelerden alınır. ancak burada dikkat edilmesi gereken şey, kişiden alınan saç örnekleri, saçlardan kesinlikle kesilerek değil, kökleri koparılarak alınmalıdır. tek bir kıl kökü bile failin kim olduğunu kesin bir şekilde açıklar.

meni örnekleri de, iç çamaşırlardan, yatak, çarşaf, olay yerindeki peçete havlu ve prezervatiflerden alınır. gözle görülemeyeceği için, olay yeri inceleme ekibi meninin nerede olduğunu uv ışık altında tespit eder ve örnekler. meni sıvı haldeyse, pamuklu bez, eküvyonlu çubuk svaba emdirilerek örnek alınır. ve daha sonra paketlenir. meni örnekleri kesilerek alınır, eğer kesilemiyorsa, dedimiz gibi, svap örneği ile önce karton veya kağıt pakete sonra delil torbasına konur.

tükürük delilleri, sigara izmaritlerinden, kürdan, bardak, sakız, ısırık izlerinin bulunduğu yerlerden alınır. yine bu örnekler eküvyonlu çubuk ve pamuk bez parçaları ile örneklendirilerek, önce kağıda sonra delil torbasına konur.


Delillerin toplanmasında yapılan sık hatalar.
delile çıplak elle dokunmak
ıslak ve nemli örnekleri kurutmadan ıslak şekilde paketlemek
alınan kan örneklerinin içerisine koruyucu madde koymamak
toplayıcı ekibin maske eldiven bone galoş kullanmaması
delilleri birbiri ile temas ettirmek ve aynı zarfta paketlemek

barut izleri ve atış artıkları
kişinin elleri üzerinde, atış yapılan yerin 2m mesafesine kadar olan alanda, giysilerin kol ağızlarında, silaha temas eden kişilerde, namlu ucuna temas eden kişilerden örnek alınabilir. eller yıkanmadığı takdirde 12 saate kadar etkili iz alınabilir. bu atış artıklarının çok fazla alınma yöntemi vardır.
parafin ile çekme, flaster bank üzerine transfer etme, çift taraflı bant üzerinde elektron mikroskobu ile inceleme, vakumla çekme metodu, polivinil alkol ile çekme metodları bulunur. bu metodlar her vakaya göre ayrıca değerlendirilmelidir. bu maddeler merminin içinde bulunan baryum, demir, kurşun, antimon gibi maddelerdir ve ülkemizde genelde antimonun var olup olmadığına bakılır.

olay yerinde adli hekim
yani bu yazının bana ithaf olan kısmında, adli hekimin olay yerinde yetki ve sorumlulukları şunlardır.
ortamı, ölünün durumunu ve pozisyonunu belirlemek, yerel koşulları gözetmektir. tanık ve şüpheli ifadelerini sağlamlaştıracak vücut üzerindeki lezyonlar hakkında bilgi toplamak araştırma yapmak, kişinin ölüp ölmediğini belirlemek, kimliği saptamak, cinsiyeti belirlemek, ölüm tarzını doğal, kaza, cinayet, intihar olup olmadığını belirlemek, kesin ölüm nedeni raporunu yazmak. yaklaşık ölüm saatini belirlemektir..

baştan sona okuyanlara, sabırlarından dolayı teşekkür ederim..

2
cinselyorgan cinselyorgan
Hocam seni tebrik ediyorum ve takdir ediyorum.
okuryazar okuryazar
Eline sağlık

ilber ortaylı

anonim_kullanıcı_4
bir arkadaşım sayesinde, aynı masada yemek yeme şerefine nail olduğum dünyada osmanlı tarihi otoritelerinden bir tarihçimiz.
ama şunu söyleyeyim hoca ne kadar bilgiliyse yemek yeme kültürü o kadar bozuktur. bir yemek yer, kendi mi yoksa sofraya mı yedirir, kıyafetlerine mi yedirir belli değildir... onu da yaşlılığına veriyorum artık..

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol