confessions

citizen of world

1. nesil Yazar - Yazar -

  1. toplam entry 280
  2. takipçi 3
  3. puan 7554

insan ilişkilerinin çoğunun yalana dayalı olması

citizen of world
insan ilişkilerinin ast-üst şeklinde dizayn edilmiş olması ve bu dizaynın, gücü elinde tutanın ego oyuncağı haline gelmesinden ötürüdür.

bir insanın hayatında söylediği ilk yalan ya anne babaya ya da ilkokulda öğretmene söylenmiştir. kısacası, otorite var olduğu sürece, ast üst ilişkisi olduğu sürece ilişkiler yalana dayalı olmaya devam edecektir. dolayısı ile ilişkiler her daim yalana dayalı olacaktır.

beni sert sik diyen kadın

citizen of world
şaşırtıcı bir kadın değildir; ay'a ayak basmak ya da 150 ışık yılı ötede su ve oksijen bulunan gezegen keşfetmek de değildir. istisnasız her 10 kadından 9'u abartılı olmayan sertlikten hoşlanır. kimi göğüs uçlarının ısırılmasından, kimi kalçalarının tokatlanmasından, kimi saçının çekilmesinden... bu liste uzar gider. daha abartılı sertliklerden hoşlananlar da var...
kadınların istediği şu bence: dışarıda medeni ve efendi, mutfakta çok ayak altında dolanmayan, sex başlangıcında soft ve tutkulu, sonrasında abooo :)

vapurda masturbasyon yapan abazan çocuğu

citizen of world
izlediği tecavüz ve taciz konulu pornoların fazlaca etkisinde kalmış olan bir dalyaraktır.
Var böyle mahlukatlar, sanıyorlar ki dışarıdaki tüm hatunlar kendi siklerine hasret ve vapurda gösterdiği an hatun hımm diye bir bakış aldıktan sonra oracıkta saksoya başlayacak...
Böyle de uçmuş bir kafa işte.

ilk kez vajina gören ergen

citizen of world
her erkeğin bir dönem dahil olduğu sınıftır.
Dalga geçilmesi gereken kişi 30 yaşına kadar hiç vajina görmedikten sonra anasının bulduğu kızla evlenip kendini pavyonda bulan looser sümsüktür.
Vajina gören ergen doğru yoldadır yani.
Görecek, tanıyacak, anlayacak, üstüne felsefi anlamlar bile katacak kadının doğurganlığına...

adın çıkacağına canın çıksın

citizen of world
bir "üçüncü dünya ülkesi"nde yaşadığınızı ispatlayan atasözlerinden biridir.

mahalle baskısı,
adım çıkar mı korkusu,
"benden sonra etrafa adımı yayar" mı korkusu,
"elde tutmak için şantaj ya da tehdit eder mi" korkusu,
ilişki bittiği zaman çirkinleşir ya da çirkefleşir mi korkusu...
amma da çok "korkusu" yazdım o değil de...

beyler, hani cinselliğin afrikası falan filan bıdı bıdı ediyoruz ya,
aslında pek çok kadın bizden çok daha fazla arzulu, istekli ve doyumsuz ancak içimizdeki şantajcı ve ifşacı o.ç'ları yüzünden bir kadının güvenini kazanmak çok daha zor bir hale geliyor.
bu yazının sloganı: "zafere giden her yol mübah değildir" olsun...

eve erkek atmak

citizen of world
havaların soğuduğu bugünlerde kamuflaj açısından kolay olan (kapşon, bere vs), havaların sıcak olduğu mevsimlerde ise zor olandır.

apartmana girmek konusunda uzmanlık kazanmış olan adam bildirdi...
ulan az mı fizibilite çalışması yaptık
* apartmanın en yoğun olduğu gün ve saatler,
* evin en çok ses geçiren odası,
* karşı komşu kapıyı ansızın açarsa üst kata gidiyormuş gibi yönelme ya da duruma göre karşı komşuya falanca burada mı oturuyor diye sorarak salağa yatma planları (tek kullanımlıktır)...
vs... vs...
vay be...

bir günde en fazla ne kadar sevişilir

citizen of world
yukarıdaki arkadaşın belirttiği gibi skorun değil sonucun önemli olduğunu düşünmek gerek.

yani belki 10 kez birlikte olursun ama her birinde 1 dk'da boşalırsın. sadece erken ya da geç boşalmak da değil mevzu. nicelik değil nitelik önemli olan. neyse kafam çok güzel ve zorlamayacağım. hayırlı sexting'ler.

beylükdüzü'nde yaşayıp günde 4 saat yol çekmek

citizen of world
adam am diyerek tespitin kralını yapmış ve ben katılıyorum.
bir süredir düzce'de yaşıyorum ve evden işe 10 dakikada gidip gelebilsem de amsızlık harbiden zor.
öte yandan, internet üzerinden sex partner bulmak konusunda çokça deneyim yaşamış biri olarak şunu diyebilirim:
bir şehir ne kadar çok kalabalık olursa tanınabilme oranı azaldığı için mahalle baskısı o kadar azalır ve kadınlar kendini o kadar özgür hisseder.
düşün ki istanbul'da 20 milyon kişi var.
bir kişi bu travmayı başka neden çeksin ki?
evet:
cevap: am.

finaller bitsin sevişiriz

citizen of world
vakti zamanında altay öktem tarafından penguen dergisi'nde kaleme alınmış mükemmel bir yazıdır. benim için hayatın amentülerinden biridir.

insan hayatı erteleme ve ertelediği şeylere bir daha kavuşamama üzerine kuruludur. bu cümlenin fiilini çok sevdim; evet, insan hayatı kuruludur. çalar saat gibi. yemeye, içmeye, sevişmeye, evlenmeye, askere gitmeye, işe yetişmeye, para kazanmaya, kazandığını harcamaya ve ölmeye kuruludur. insanın nasıl biyolojik ritmi varsa, hayatın da toplumsal ritmi var. dakika şaşmaz. ritim bozulmaz.

oysa bozulmayan bir ritme kim katlanabilir? ritim, başlı başına bir bozukluktur zaten. gerçek bir bozukluk.

o yüzden hayatı ertelemeyi sevmiyorum. sokakta biri omzumdan tutup beni kendine çevirse ve "nereden geliyorsun?" diye sorsa, "kurbağaları ürkütmekten geliyorum," derim. bunu hiç çekinmeden, damdan düşer gibi söylerim. yalan olup olmadığına aldırmam. çünkü kurbağaları ürkütmekten gelmenin yalan olan şekli bile güzeldir. çok güzeldir.

yıllar, yıllar önceydi... cümleye masal anlatır gibi başladım ama yunan trajedisi gibi bitireceğime eminim. sevgilimin biri, yani o zamanlardaki asli sevgilim yukarda başlık olarak kullandığım cümleyi söyleyivermişti yüzüme karşı. elbette o zamanlar bunun bir yazı başlığı olacağını bilmiyordum. öylesine söylenmiş bir söz, çarpık bir ideolojik yaklaşım olarak görmüştüm bunu. finaller bitsin, sevişiriz demenin neresi ideolojik diye düşünüp şaşırmayın. hayatı ertelemek basbayağı politik bir tutumdur. sevişmeyi ertelemek ise en azından ayıptır. pis bir şeydir, aşağılayıcıdır, bunalıma sokucudur. genelde öyle midir bilmiyorum ama ben girdim bunalıma. şimdi gencecik bir delikanlıyı bunalıma sokmak politik bir tavır değil midir? karşı tarafta yer almaktır en azından. görüyorsunuz, birlik beraberlik zor ama bölünmek kolay. sevişememek bile ortadan ikiye ayırabiliyor insanı.

demiştim ki sevgilime; finallerden sonra sevişmek, bir daha asla sevişememektir. çünkü sevişmek kurguya gelmez. ertelenmez. bana kalırsa ne finallerden önce, ne de sonra... tam da finaller esnasında sevişelim. tamam, hoca sınıftan atar bizi, düpedüz kalırız o dersten. ama biz de sınıfı atarız kafamızdan... atmanın, atılmanın sınırı mı var?

kız sırtını döndü ve onca güzel anıyı bir kalemde silip finallere hazırlanmak üzere kütüphanenin yolunu tuttu. sap gibi kaldım ortada. sınıfta da kaldım o sene, o ayrı... işte düzeyli ilişkim böyle bitti. (bu düzeyli lafını da mankenlerden öğrendim. kime tokmaklatsalar aramızda düzeyli bir ilişki var diyorlar. bu ne ya? beraber roman mı yazıyorsunuz? devlet senfoni orkestrasında yan flüt mü çaldırıyorsunuz birbirinize? altı üstü sevişiyorsunuz, sıkılınca da başka biriyle düzeyli ilişkiye geçiyorsunuz... bir önceki düzeyli ilişkiniz de gidip başka bir düzeyli ilişki kuruyor kendisine. düzey geçişken bir şey mi? kişiden kişiye, ondan ona bundan buna sıçrar mı böyle, bilemiyorum...)

ondan sonraki düzeyli ilişkilerimde de bu konunun üstünde büyük bir hassasiyetle durdum. hayatı ertelemenin zararları konusunda yatakta, banyoda, halk plajında, kumpircide... aklınıza gelebilecek her yerde nutuklar çektim sevgililerime. sonuçta hep terk edildim. yıllar sonra, ancak yıllar sonra anladım ki, kadınlar nutuk dinlemek değil yaşamak istiyor. hayatı bir proje gibi ele alıp teoriler üretmek filozofların işi. tamam, bazı kadınlar felsefeye de meraklıdır ama alıp baudrillard'ın kitabını okurlar, olmadı felsefe seminerlerine giderler. senle de romantik bir akşam yemeği yemeyi, kanepeye uzanıp, battaniyeyi de üstüne çekip sıradan bir aşk filmi izlemeyi isterler. herkes büyük lafları, etkileyici yorumları sever ama sevişmek için filozof aramaz kendine. çünkü sevişirken lafın değil, başka şeylerin büyüğü gerekir. lafla peynir gemisi yürümez demiş atalarımız. ne güzel demiş!

olan oldu işte. finallerden sonra sevişme fikrini etik ve estetik bulmadım... böylece, finallerden önce sevişemediğim gibi, sonra sevişme şansımı da kaybettim. belki düşündüklerim, söylediklerim doğruydu, ama ne anlamı var? çok doğru şeyler düşünen, etrafını da bu doğru bilgilerle aydınlatan, sonra da tuvalette penthause'ın resimlerine bakıp kendi kendine attıran birine kim madalya takar? dahi misin, yoksa salak mısın diye kendime sormayı da düşünemedim tabii. yıllar geçti, şimdi soruyorum işte. yaşlanmak böyle bir şey belki de. eskimiş kadınları hatırlamak, "keşke" dediğin şeyler için başını muhtelif duvar çıkıntılarına vurmak ve eskiden sormayı akıl edemediğin soruları temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp kendine sormak... en doğru cevabı versen ne olur ki? tren kaçmıştır artık. ne kaçması ya... tren emekliye ayrılıp vagonları hurdacıya satılmıştır çoktan. şimdi hızlı trenler başlamıştır sefere. yirmi yıl önceki soruya şimdi doğru cevap verdin diye en şık kompartımanda sana yer ayıracaklarını mı sanıyorsun? olsa olsa tren düdüğü olarak kullanırlar seni. sen de etik ve estetik olarak karşı gelirsin bu fikre, teoride düdük olmanın yanlışlığı üzerine nutuk atarsın; bir yirmi yıl daha geçsin bak, bu sefer de niye düdük olmadım diye vurursun kafanı duvarlara.

insan, sevişmek için finallerin bitmesini bekleyen ve düdük olmaktan onur duyması gereken bir canlıdır. siz siz olun, finaller biter bitmez sevişmeye başlayın, birisi düdük olmanızı teklif ederse hiç itiraz etmeden düdük olun. yoksa bana benzersiniz ilerde. "

altay öktem, penguen
11 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol